Çoğu tek çocuğun aksine, küçüklüğümden beri beni kızdırmak için sorulan kardeş istiyo musun sorularına (bir diğeri de anneni mi daha çok seviyosun babanı mı sorusudur) her zaman red cevabı verdim. Benden sonra gelip ilgiyi üzerine toplayacak birinin varlığına dayanıcak gibi hissetmedim kendimi hiçbir zaman. Şimdi zaman zaman pişmanlık hissettiğim oluyor, ya gerçekten şımarığım ya da söyleye söyleye şımarık yaptılar beni, ama hala üzerimdeki ilginin 2'ye hatta 3'e bölünmesinden korkarım. Bi abi abla olsa neyse. Ama böyle bi şans ben doğduktan sonra olmadığı için, kendimden büyük bir kardeşe sahip olamamanın acısını çektim, bunu inkar edemem.
31 Mayıs 2009 Pazar
Tek Çocuk Olma Sendromu
Tek çocuk olmak ağır bir sorumluluk getirir. Tüm beklentiler size odaklıdır, herkes sizden bir şeyler bekler, ebeveynlerin yapmak istedikleri ama yapamadıkları her şey sizin üzerinizde denenir, ve bu denenen şeyleri mükemmel bir şekilde yapmanızı beklerler. Tek kız çocuk olmak daha da sinir bozucudur, hem soyadın devamı gibi bir durum söz konusu değildir, hem de o iğrenç "bievinbikızı" tanımlamasını acımadan yapıştırırlar size. Bir de önyargı vardır tek çocuklara karşı, herkes şımarık gözüyle bakar. Yaşadım ordan biliyorum, harika geçen 8 senenin ardından anadolu lisesinde sevgili (!) hocalarım anında şımarık damgasını vurmuşlardı bana. Arkasına saklanmadım diyemem, ama bu işlerin iyice çığrından çıkmasına yol açtı, neyse ki konumuz bu değil, ben o ağır sorumluluk üzerinden gideceğim.
keywords
geyik köşesi
29 Mayıs 2009 Cuma
An2
Hala çok garip anlar olduğu kanısındayım.
Bunu bana düşündürenin sadece ve sadece Cappy Karışık meyve suyu oluşu hayret verici.
Powerade şişesinde içilen Cappy Karışık, aynı anda hem benim doğal anti depresanım, 17 yaşım, ilk aşkım, Şile'deki ilk senem, Leisure konserleri öncesi Fatih'in odasındaki hummaalı hazırlıklar, Altınoluk'taki Ceylan Cafe'deki -şimdiki adıyla Rıhtım- alkol sonrası uğrak yerimiz, Nilay Ablama alkolü bırakacağım sözüm...
***
Ve sabah 9'daki girmem gereken sunum.
Yine de, Bahar Festivali iyi ki var evet :)
sipeşıl tenks tu: hala eskileri havalandırmaya çıkaran tuhaf hafızam. bir insan nasıl olabiliyor da 2 gün önce tanıştığı insanı unutuyorken, bir meyve suyuyla seneler öncesine gider?
Bunu bana düşündürenin sadece ve sadece Cappy Karışık meyve suyu oluşu hayret verici.
Powerade şişesinde içilen Cappy Karışık, aynı anda hem benim doğal anti depresanım, 17 yaşım, ilk aşkım, Şile'deki ilk senem, Leisure konserleri öncesi Fatih'in odasındaki hummaalı hazırlıklar, Altınoluk'taki Ceylan Cafe'deki -şimdiki adıyla Rıhtım- alkol sonrası uğrak yerimiz, Nilay Ablama alkolü bırakacağım sözüm...
***
Ve sabah 9'daki girmem gereken sunum.
Yine de, Bahar Festivali iyi ki var evet :)
sipeşıl tenks tu: hala eskileri havalandırmaya çıkaran tuhaf hafızam. bir insan nasıl olabiliyor da 2 gün önce tanıştığı insanı unutuyorken, bir meyve suyuyla seneler öncesine gider?
17 Mayıs 2009 Pazar
Bir Örovizyonun Daha Sonuna Geldik...
Her sene olduğu gibi bu seneki Örovizyon krizini de sağ salim atlatmış bulunmaktayız. Her sene sinirlenmiycem, ilgilenmiycem diyorum ama yine sinirlerime hakim olamıyorum. Bu sene elimden geldiğince Hadise'nin saçı, başı, kıyafeti, şarkısı gibi tartışmalardan uzak durdum, ilgilenmedim. Zaten önüne gelen sırf eleştirmiş olmak için eleştiriyor, yorum yapıyor. Gazetede internette televizyonda, her yerde. Modacılar kıyafeti beğenmiyor, öbürü Hadise'yi istemiyor falan. Herkesin hobisi olmuş dışardan konuşmak. Yarışma gününe kadar Hadise de kıyafeti de umrumda değildi açıkçası. Yarışmayı izlemeyi de düşünmüyordum. Denk geldi izledim, Hadise gayet iyiydi, kıyafetini de beğendim. Nedir bu kadar tartışma anlamıyorum. Yok çok alaturkaymış, yok daha modern olabilirmiş. Sahne kıyafeti yaa, herkes beğenmek zorunda mı! Kırmızı da yakışmıştı ayrıca. Bir de zavallım hastalanmış, kesin kurdeşen döktü kız, bu kadar insan hakkında konuşursa olucağı o. Psikolojik baskıda üstümüze yok. Oylamaların da bir kısmına baktım, yine sinirlenmiycem diyorum her sene olduğu gibi, ama bu sene de sinirlendim. Herkes komşusuna oy veriyo, biz de mal gibi heyecanlanıyoruz. İskandinavlar Norveç'e çalıştı, Belçikadaki Almanyadaki Türkler Hadise'ye oy verdi, Kıbrıs bize sıfır çekti, Balkan ülkeleri birbirine tam puan verdi.. Değişen bişey yine olmadı. Evet, Sertab Erener'den sonra bizler için Eurovision çok daha heyecanlı bir hal aldı, ama iyi mi oldu kötü mü oldu bilmiyorum. Eskiden yerlerde sürünürdük, bi o Şebnem Paker adlı kızcağız vardı, ben daha 7 yaşındayken mi ne 3.olmuştu, onun dışında boynu bükük ayrılırdık. Şimdiki tartışmalar aylar öncesinden başlıyor. Kim katılsın, Türkçe mi söylesin İngilizce mi, her sene bıkmadan usanmadan bunları tartışıyoruz. Bunlar belli olduktan sonra da kurban kişinin her şeyine laf etmeye başlıyoruz. Sadece Hadise için söylemiyorum, kim katıldıysa bugüne kadar, her şeyiyle eleştirdik. Evet belki amacı da güzel bir yarışma, ülkeler kendilerini tanıtma fırsatı buluyorlar, ama artık tadı kaçtı bence. Sürekli komşumuzu pohpohlayarak nereye kadar gidebiliriz. Hele bir de komşumuzla aramızda bir diplomatik kriz söz konusuysa, aman aman, gitti güzelim oylar. Sonra başlasın yurt dışında yaşayan Türkler oy vermeye. Onlara da yazık. Ben bile bu kadar konuşuyorum, yine olsa yine sinirleneceğim oylama esnasında. Dünkü sinirimle Norveç'e de bi ton sövdüm, çıkmış bi oğlan çocuğu elinde kemanla, yerde sürünen 3 eleman, Can amcanın deyişiyle kurbağa gibi zıplıyor. Bugün dinlediğimde, eh dedim o kadar da kötü değilmiş, çocuk da sevimliymiş. Yine de yerde zıplayanlara gıcığım, o ayrı. Bi de o 2 kadını sevmedim çocuğun yanındaki, bende Abba hissi uyandırdılar. Abba'yı sevmem de ayrı ironik tabi, Eurovision olmasa onları da tanımıycaktım oysa. İşe yaradığı oluyormuş demek ki Örovizyonun, burdan bunu çıkarıyoruz.
Uzun lafın kısası, Hadise yatsın kalksın 4.olduğuna sevinsin, yoksa konuşanlar bin beter başlardı "ben demiştim" diye, havaalanında taşlanırdı kız maazallah.
8 Mayıs 2009 Cuma
Çelişki
Yapmam gereken tonlarca iş var ve tüm umutlarımı haftasonuna yüklemiş bir haldeyim şu an. Her erteleme eğilimi olan insan gibi, ben de bir sürü paper'ı, ödevi bu haftasonuna kilitlemiş durumdayım. Ne kadar bahar sempatizanı bi insan olmasam da, güzel havalar beni de dağıtıyor. (beni bu güzel havalar mahfetti diyerek büyük şairi anıyoruz burdan) Ama asıl çelişkimiz başka. O başlı başına bir yara. Kanatmadan tedavi edebiliriz bence, üstüne gitmenin bir anlamı yok. Ama bu mevsimde çok güzel olur... 2 hafta önce zeytinler çiçek açmak üzereydi? Uff, çok pastoral oldu farkındayım. Ama aklıma getirdiğimde gözlerimin dolmasına sebep olan tek pastoral betimleme bu. Onun dışında, kendi içimde kararlıyım, gitmeyeceğim. Yol yok bi süre. Karar verip yola çıkma aşamam ne kadar kısaysa, dizimi kırıp oturmam da bir o kadar kısa. Zaten baharda rehavet çöker bana. İçime sevinç dolmaz, bugüne kadar hiçbir baharda aşık olmuşluğum yoktur. Mevsim dönüşlerinden en çok kıştan bahara dönen kısma gıcığım. Yaz çocuğu olmama rağmen, yazın sonbahara dönüşü bile daha güzel gelir bana. Bahardaki huysuzluğum.. ben bile sevmiyorum o ruh halimi. Üstümdeki ağırlık da cabası. Ama burdaki haftasonu rehaveti duygusuna kadar seviyorum. Pastoral'den lirik'e geçip, fonda Sezen Aksu ile (Kalbim Egede Kaldı?) içlenmenin bir anlamı yok. Oturalım oturduğumuz yerde. Ve baharın yerini yaza bırakmasını bekleyelim.
Ya da bahar festivali gelsin, hiç bitmesin. Finallerden bahsetmiyorum bile. Hepimiz kalalım o şekilde. Hem Mayıs sonu daha bi yazı anımsatır insana.
6 Mayıs 2009 Çarşamba
1.Geleneksel Hıdırellez Kutlaması
Bugün, altın kızlar olarak (Güneş, Mirve, Ayşegül, Bengü, ben) 5 Mayısı 6 Mayısa bağlayan gecede, dileklerimizi bir kağıda çizerek yerini belirtmek istemediğim bir gül ağacının dibine gömdük :) Dileklerimizi yazmayı ve ağaca asmayı gereksiz bulduk, afişe olmamak için, o yüzden gömelim dedik. Ama çizimim o kadar kötüydü ki, herkesten önce bitirdim, çizdiğim şekil de çok basitti. Gerçi düşününce, başka türlü çizmek mümkün değil diyorum. Ama ne çok dileğimiz varmış, kızlar çizmeyi bir türlü bitiremedi. Bense bir süredir içimi en çok kemiren şeyi, anasınıfı çocuğu gibi çizdim. Bitmek bilmeyen uzun bir otoban şeridi. Bir de, meyve kasalarını yakıp üzerinden atladığımız günler canlandı aklımda. Yine hafızamın bir oyunu olarak.
1 Mayıs 2009 Cuma
An
Hayatta çok garip anlar var. Deryayla yıllar sonra ilkokulumuzun bahçesinde koşuşumuz, metrodaki çocuğun flütle "hatırla sevgili" çalması, taksimde midye dolma tezgahının kokusunu alıp altınoluk'u özleyişim gibi. Bir de, kahkaha sesi. Dün gece, İkinci Bahar'da, ellerimi yıkarken, henüz daha üşümemiş, Fatih bana polarını vermemişken, bizimkilerin kahkahalarını duyunca gülümsedim elimde olmadan. Kendimi çok huzurlu hissettim. Tatilin kötü enerjisini üzerimden tamamen attığım andı o an. İyi ki döndük, iyi ki burdayız.
Bir de, iyi ki varsın yeşil Efe :)
not: sabahın bu saatinde bu kadar oluyor.
Bir de, iyi ki varsın yeşil Efe :)
not: sabahın bu saatinde bu kadar oluyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)