Yaz yine hızla akıp geçmeye, bizi de ona yetişmek zorunda bırakmaya devam ediyor. En sevdiğim yaz aktivitelerinden biri olan konserler bu sene peş peşe olunca, bana ortalama 6 günde 1 İstanbul yolları göründü. Araya bir de bayram tatili girince işler iyice karman çorman oldu, ama dedim ya, hepsi o kadar peşpeşeydi ki bayramda bile konsere gittim. Hepsi bana ayrı ayrı mutluluk verdi. Bir de, konser/festival ortamını öyle özlemişim ki anlatamam. Hani bir çadır atsalar, gidip kalacağım, o derece. Şimdilik 3 konserle sakinleştim diyebilirim, ilerleyen zamanlarda kimler Türkiye'ye gelir, ben kimlere giderim bilinmez, ama bu Ağustos benim için konser ayı oldu, orası kesin.
Açılışı Roger Waters ile yaptım. Zaten hakkında pek çok kez yazıldı çizildi o yüzden ben de aynı şeylerden bahsetmeyeceğim. İtiraf etmeliyim ki Roger Waters benim bilinçli seçimim değildi. Bizim evde Pink Floyd hastası babamdır, aylar öncesinden konser haberini duyunca, kendisinin talimatıyla hemen biletleri kaptım. Açıkçası konser için pek bir beklentim yoktu, tabi ki elementary düzeyde Pink Floyd biliyorum, yani kendimi konserde idame ettirecek, şarkılara az çok eşlik edecek seviyedeyim. Ama "duvar" konseptinden habersizdim, babam konserde neler olacağından bana bahsettiyse bile, bu sefer ben sürpriz bozulmasın diye evdeki Live In Berlin dvd'sine yanaşmadım. İyi ki de izlememişim, çünkü en beklentisiz olduğum şeyler hep güzel çıkar, Roger Waters'ta da aynı şey oldu. Çoğu insan gibi ben de hayatımda böyle bir sahne izlemedim diyebilirim, konser süresince hem büyülendim, hem ağladım, hem güldüm, hem de eşlik ettim. Roger Waters ilk günden Gezi Parkı'na verdiği destekle gönül telimizi titretmişti zaten, konserde de aynı şeyi yaptı. Duvara yansıyanları görmeyen kaldı mı bilmiyorum ama, burada görsellere yer vermeyeceğim, çünkü konser boyunca çektiğim fotoğraf sayısı sıfır. Bu da, konser boyunca ne kadar etkilendiğimin kanıtıdır. Bir daha Roger Waters'ı izlemek kısmet olur mu bilmiyorum ama, bir kez olsun böyle bir konser izlemek de kendimi şanslı hissetmeme yetiyor. Bunun üzerine herhangi bir sahneyi beğenebilir miyim bilmiyorum, umarım her şeye burun kıvıran biri olup çıkmam :)
İkinci konser haberi, tam da "Öff ya, artık kimse de Altınoluk'a gelmiyo" diye söylenirken, çarşıda afişin karşıma çıkmasıyla geldi. Duman sevgimden daha önce bahsetmiştim. Bayramın ikinci günü Altınoluk Amfi Tiyatro'da olacaklarını öğrenince, Serap'ı aradım ve koşarak biletleri aldım. Duman'ı toplamda altıncı, Altınoluk'ta ise üçüncü izleyişim olacaktı, ama ben ilk günkü kadar mutluydum. Korkunç kalabalık bayram atmosferini saymazsak, konser çok güzel geçti diyebilirim. Serap'la hem nostalji yaptık, hem de çok eğlendik. Bu sefer sahne şovu olmasına gerek yoktu, çünkü Kaan, Batuhan ve Ari sahneye çıktığı anda eski arkadaşlarıma gelmişim hissine kapıldım, ve onları tekrar Altınoluk'ta gördüğüme çok mutlu oldum. Anlaşılan onlar da mutlu olmuş ki, 21.45'te çıktıkları sahneyi 01.00'da ancak terk ettiler, Kaan şarkı aralarında hiç yapmadığı kadar konuştu, eski/yeni her şeyi çaldılar. Bir tanesi hariç! Duman'ı son izlediğimde, yine aynı şarkı için sızlanıyordum ki, çıkışta Batuhan'a denk gelip bizzat kendisine de sızlanmıştım. Yine yine ve yine çalmadılar, canları sağolsun, Duman bugün olsun, yine dinlerim. Onlar iyi ki varlar, iyi ki geldiler.
Konserlerden sonuncusu Placebo idi, lise hayatımın olmazsa olmaz gruplarından biri. Onların da Türkiye'ye ilk gelişleri değildi ama ben hepsini itinayla kaçırmıştım, o yüzden bu sefer gözümü karartmıştım, tek başıma da olsa gidecektim. Tam da bu düşüncemi dile getirmiştim ki Cem, "Ben ne güne duruyorum?" dedi ve biz bir süre biletlerin satışa çıkmasını bekledik. Yine ışık hızıyla alınan biletlerin ardından, 16 Ağustos Cuma günü Brian Molko'yu canlı görmek ve dinlemek için Parkorman'daydım. Açık söylemek gerekirse konser pek parlak değildi, bir de ben konser esnasında şarkılarda yapılan değişiklikleri sevmiyorum, hep olduğu gibi yorumlansın istiyorum. Bu yüzden de bazı anlarda pek keyif alamadım. Ama Brian Molko'nun kanlı canlı karşımda olduğunu idrak ettiğim her an çok mutlu oldum, yani konsere gittiğime asla pişman değilim. Konser biraz daha uzun sürsün, seyirciyle biraz daha iletişime geçsinler isterdim örneğin, ama Every Me Every You, The Bitter End, Song to Say Goodbye, Meds, Twenty Years, Infra Red gibi şarkılara eşlik etmek bile güzeldi. Yine de, beni o kadar kesmedi ki, bir süre kendi kendime söylemeye devam ettim :)
***
İşte konser hikayelerim böyle, her biri farklı, her biri güzeldi. Şimdilik sırada pek kimse yok gibi, ama bir Muse gelse hayır demem mesela, veya yollarımız kesişse Teoman'a uçarak giderim. Yeni etkinlikler için hatta kalın, ne olur ne olmaz :)