On yedi yaşındaydım ve dünya tepeme çökmüştü.
En azından ben öyle hissediyordum.
Yağmurlu ve gri bir günde, Bursa'da bir doktorun muayenehanesindeydim. Yağmurlu olduğu doğruydu, ama gerçekten gri miydi hatırlamıyorum. O zamanlar gözüme her şey gri görünüyordu.
"Şikayetiniz nedir küçükhanım?" demişti doktor, mavi gözleriyle gülümseyerek. O gün gördüğüm tek canlı renk doktorun gözleri, ve aynı renk süveteriydi. O grilik içinde ne kadar hayat dolu gelmişti doktor, hem parlak mavi gözleri hem de enerjik ses tonuyla.
Sesimi çıkarmadan kollarımı sıyırdım, açıklamaları benim yerime annem yapıyordu. Şişliklerim dikkatini çekmiş olacak ki, eline bir kalem aldı, sırtımdan tişörtümü sıyırıp onunla uzun bir çizik attı, kalemin arkasıyla. Aynadaki yansımamdan, çiziğin belirginleşip kızarmaya, daha sonra kabarmaya başladığını gördüm. Bu manzarayı ilk görüşüm değildi elbette, ama an be an artmasına şahit olmamıştım hiç.
"Stresten" demişti annem. Sınav stresi.
"Yapma kızım" dedi doktor bana dönerek, "Daha ne sınavlar göreceksin sen."
O zamanlar gözümde büyüttüğüm başka hiçbir şey yoktu, dünya üzerindeki hiçbir sınav, gireceğim sınavdan daha zor olamazdı. "Tabi" demiştim kendi kendime; "Profesör olmuş, bunları küçümsüyor."
Bir reçete ve bir göz kırpmayla göndermişti beni. Sesimi çıkarmadım. Profesör olmak için çok genç olduğunu düşündüm sadece, o zamanlar profesör olmak için ne kadar çok sınava girmiş olduğu hiç geçmedi aklımdan.
***
Şimdi ne zaman canımı sıkan bir sınava girsem, ve ne zaman onu bir engel olarak görsem, o gün gelir aklıma. Artık küçük bir kız değilim, karşıma çıkanların en zor olduğunu düşünmek yerine, daha zorları olduğunu biliyorum. Kendimi çaresiz hissettiğim anda, o gün doktorun söylediklerini hatırlıyorum.
Ne çok zaman geçmiş üstünden. Ne sınavlar vermişim.
Ne sınavlar vereceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder