Pages

3 Ağustos 2009 Pazartesi

** sakatkedi.. the legend is back!

Daha 3 gün geçmemişti ev arkadaşım Burçin'e "Bak ben düşersem çok kötü olur, kesin sakatlarım bi yerimi" diyişimin üstünden, yine bana yakışır bi şekilde, yani en olmicak şekilde düştüm, ve bu sefer sol dirseğimi sakatladım. Bayılıyorum sakatlanmaya, abartmıyorum bunu. Dans ederken dizimi, merdivenden inerken omzumu sakatlamayı başarabilmiş bir insanım. Bu sefer, yerdeki el ilanının üstüne basıp düşerek sol dirseğimi sakatladım, dirseğim izin verebilseydi eğer, kendimi ayakta alkışlardım. Hastanenin ortopedi kısmında mutlu olan bi insanım, girmediğim MR, röntgen, tomografi kalmadı. Her türlü ortopedik eşyaya sahip oldum, alçı terliğinden koltuk değneğine, dizlikten kol askısına. Her ne kadar tanıdık olduğum bi alan olsa da ortopedi, bu sefer kendimi sakatladığım yer yabancı bir ülkeydi, tahmin edemeyeceğinizse bunun nasıl bir duygu olduğu. Sizi hastaneye yetiştiren anne-babanız yok, tanıdık doktorlar hastane yok, ne kadar İngilizce biliyor olsanız da acınızı tarif edeceğiniz Türkçe kelimeleriniz yok. (Elbow ve hurt'le de bi yere kadar yanii)

Olayı başa sarıyorum...
Harika düşüşümün ardından, artık tecrübeli olduğum için kendi kendimi muayene ettim, kırık olmadığını hissediyordum ama yine de dirseğimdeki şişlik belirgindi. Okulu aradıktan sonra eve doktor gönderdiler, doktor bizi hastaneye sevk etti ve asıl eğlence burada başlıyor. Taksiye bindik, aptal taksici bizi yanlış hastaneye götürdü. Hayır yani, Malta ne kadar yer ki, kaç tane hastane olabilir, ve bu hastanelerin karışma olasılığı nedir. Hepsini geçtim, taksicinin bunları karıştırma olasılığı nedir. Geldiğimiz yerin yanlış hastane olduğunu anladıktan sonra, otobüs aramaya giriştik, bulunduğumuz yer tam anlamıyla kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdi, hava o kadar sıcak ki insanlar evlerine çekilmiş, yoldan ne bir otobüs, ne bir araba geçiyor. Nerde olduğumuz hakkında hiçbir fikrimiz yok, tarif edilen yolda yürürken, ben düşüşümün üstünden 10 saat geçmemişken ve bu düşüşten hiçbir ders almamışken, yine bir broşüre basıp sendeliyorum, ve aynı kolumu yeniden acıtıyorum. Otobüsü bulup hastaneye gidiyoruz, özel görünümlü devlet hastanesi bu, koluma bir sargı bezi takıyorlar askılık gibi, ve 4,5 saat doktor bekliyorum! Yanlış anlamayın, acil servis. Tabi bu esnada benim kolum gittikçe ağırlaşıyor, sürekli bir telefon trafiği var, annem, babam, arkadaşlarımın yanı sıra okuldan ve acenteden de arıyorlar, ama hepsine cevabım aynı, hala bekliyorum. 4,5 saatlik esnada çeşitli duygu geçişleri yaşıyorum, güvenlik görevlisi Türk olduğumuzu anlayınca geyik yapmak istiyor, televizyondan duyduğu ne kadar şey varsa Türkiyeye dair sayıp döküyor, bir de periyodik aralıklarla "İstanbul is nice" diyor, o İstanbul dedikçe ben ağlıyorum. İsmim hiç anons edilmeyecek sanıyorum, ama 4,5 saatin ardından Malta aksanıyla okunan ismimi tanıyıp ayağa fırlıyorum. Doktor bakıyor, muayene ediyor, hangi dilde olursa olsun alışık olduğum şeyler. Röntgene giriyorum, teknisyen don't move diyor, içimden gülüyorum, bana baksana sen, senin yaşın kadar röntgene girdim ben demek istiyorum, demiyorum. Röntgen sonrası tekrar muayene oluyorum ve doktor kırık olmadığına karar veriyor, tabi ben üzülsem mi sevinsem mi bilmiyorum. Kırıktan korkmuyorum çünkü, eklem yerini sakatlamak daha acı verici, insanlar garip garip bakıyorlar keşke alçı olsa deyişime, alçı olsa acı çekmeyeceğim çünkü. Sıcakta alçı iğrenç bir deneyim, onu da yaşadığımı söylememe gerek var mı bilmiyorum :) Şimdi ağrı kesici alıp egzersiz yapıyorum, Türkiyeye dönene kadar geçer diye düşünüyorum, bir daha Malta'da hastaneye allah düşürmesin!

Evet arkadaşlar, Atatürk boşuna dememiş beni Türk hekimlerine emanet ediniz diye.
Haftaya bu saatlerde Türkiye'de olacağım, hepinizi öperim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...