Hemşirenin ardından sessizce odadan çıktım, onunla vedalaşmadan. Bilirim çünkü, o asla vedalaşmaz.
25 Eylül 2009 Cuma
Küçüğüm, daha çok.
Bugün, kan vermek için gittiğim klinikte, 17 yaşındaki hayaletim dikildi karşıma. İlk başta fark etmedi beni, kimseyi fark etmez o zaten. Bense onu ilk görüşümde tanıdım, kravatını takmadığı okul gömleğinin manşetlerini kıvırmış, açıktaki sol kolu kan vermekten mosmor, saçlarını yine kendisi kesmiş bu yüzden önleri kırpık, gözleriyse o çok sevdiği çirkin kırmızı göz kalemiyle boyanmış. Her zamanki koltuğunda oturuyor, yanı başındaki sehpada şırıngalar, pamuklar, bantlar... Etrafımda onu benden başka kimse görmüşe benzemiyordu, onu görür görmez olduğu yere çakılan sadece bendim. Beni görünce bir kahkaha attı, koltuğundan kalktı ve abartılı bir biçimde yer verdi. Ondan sonra da etrafımda bir tur attı, ileride neye benzeyeceğini görmek istercesine. Çocuk kahkahasının ardındaki acıyı bir ben hissedebilirdim oysa, ama o bana karşı bile zırhlanmıştı. "Her zamanki koltukta, her zamanki hemşire... Her zamanki gibi sol kolun ve aynı damarın" derken kahkahası soğuktu. Her zamanki şırıngaya kanımın çekilişini izledik beraberce. O hep izler, yüzünü asla çevirmez. Tüpteki kanın üzerine hemşire ismimin yazılı olduğu etiketi yapıştırırken göz göze geldik, bir sırrı paylaşıyormuşçasına sustuk. Bir tek, etikete yapışan isim aynıydı.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder