Son dört senedir de, yol tarif edeceğim değil, tarife ihtiyacım olan bir şehirde yaşadığım için, daha büyük sıkıntılar baş gösterir oldu. Başta İstanbul benim için öğrenmek zorunda olduğum bir ders gibiydi, gözlerimi dört açıp onu izledim, nerde ne yapılır, nereye nasıl gidilir diye. Her şey yoluna girer gibi oldu, kendimi idare edebiliyordum, ve benim için bile denizi olan şehirde yön bulmak çok kolaydı. İlk zamanlarımda bile hatırlıyorum, Hasanpaşa'dan Kadıköy rıhtıma doğru aşağı sallanırdım, deniz ne taraftaysa orada olmam gerek diye. Daha sonraları, baktım sadece şehir hatları vapurları-belli başlı otobüsler-ve metroları bilmekle olmuyo, başka başka yerlere gitmem gerek dedim ve garip bi deli cesareti geldi bana. Ve o deli cesaretiyle birlikte, hayatımdaki kaybolma dönemlerim de başladı.
Şu noktada, Altunizade'den Kadıköy diye bindiğim fakat Cevizlibağ'a giden otobüsü anlatmadan geçemeyeceğim. Nasıl başardım bilmiyorum, ama Kadıköy'den kalkan otobüse Altunizade'den bindim, ve köprünün bacağını görmemle çığlığı basmam bir oldu. Sonrasında hayatımda ilk defa köprüdeki alt geçitten geçerek karşıya geçtim, ve tahmin edersiniz pek hoş bir deneyim olmadı. Bir keresinde de, Üsküdar'dan Kanlıca'ya gidicem derken yanlışlıkla Kandilli'de indim, ama yine sahil yolunu takip ederek rastgele bindiğim bir Beykoz otobüsüyle kendimi Kanlıca'da buldum. Allahtan harita takip etme huyum var da, durakta her bulduğum haritaya, krokiye yapışıyorum. Onun dışında, en büyük fobim, bi türlü alışamadığım metrobüsler. Anadolu yakasından bindiğim metrobüsle Zincirlikuyu'ya gitmeye çalışırken kendimi Söğütlüçeşme'de bulmuşluğum da var yani. Ama burda suç kesinlikle benim değil, o kalabalıkta başımın dönmesini bile bi kenara bıraktım, yönler yazmıyor. Sorun bakalım, bi kere bile tramvayda yanlış yöne bindim mi? Hayır, binmedim. O yüzden de, suç tamamen metrobüslerin, ve malesef her seferinde bi yer tarif edildiğinde "Tamam bulurum yea" dediğim cesaretim, metrobüslerde geçerli olmuyor.
Bugün de, abimle Moda'da buluşmak üzere sözleştik. Çok kısa bir rota olmasına rağmen, abimin tarifiyle Kadıköy'de bi süre minibüs aradım, tramvaydan o anda nedense vazgeçtim, ve "yürürüm yea nolcak" diyerek iskeleden sahile doğru saptım. Daha önce bir iki kere gitmişliğime güvenerek, kendimi yürüme kararımdan dolayı kutladım. Bilenler bilir, (beni gerizekalı sanmanız ihtimaline rağmen anlatıyorum bunları) meşhur dondurmacı Ali usta'da buluşucaktık, ve ben -bir kendim bir ben olarak- Moda sokaklarında dan dun yürüyordum. Daha önceki bilgilerimden yola çıkarak, denizi sağ tarafıma aldım ve gözüme kestirdiğim sokaklardan bir iki tanesine girdim. Yine ufak ve talihsiz bir yol tarifinin ardından, sonunda iyi kalpli bir hanımın (bu arada Moda'da yaşayanlar çok kibar ve yardımsever insanlar, teyze bi an beni elimden tutup götürücek sandım) mükemmel anlatımıyla kendimi Ali Usta'nın önünde buldum. Onu da yapamasaydım, tramvay raylarını takip edicektim, ki bu da denize göre yön bulmaktan sonra en çok başvurduğum yöntem.
Yine de, itiraf etmeliyim ki kaybolma duygusunu çok seviyorum. Etraf çok karanlık ve ıssız olmadığı sürece, bi şekilde yönümü bulup yoluma devam ediyorum. Ama bugünden tezi yok, kendime taksilerdeki navigasyonlardan taktıracağım, yoksa bu gidişle daha çoook kaybolurum ben!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder