19 Aralık 2012 Çarşamba
Ve Gossip Girl Biter
Cümleye, hele de başlığa "Ve" ile başlamak hoş bir şey değil, biliyorum. Ama oradaki ve, altı senenin ardından söylenmiş, sonunda bitti anlamındaki ve değil, kaçınılmaz son anlamındaki ve. Bu yüzden de bir istisnayı hak ettiğini düşünüyorum.
Dizikolik bir insan sayılmam, birisi beni bir şeylerin başına zoraki oturtmadan izlemem. Bi oturuşta iki sezon dizi bitirmişliğim de yok. Yalnızken yapamadığım şeylerin başında gelir seri halde dizi izlemek. Yalnızken yemek yiyemem, film izleyemem, üst üste 15 bölüm dizi izleyemem, rakı içemem. Ama nedense, yalnızken Gossip Girl izlemeye başladım. Zaman zaman sıkıldığım oldu, ara verdim, bölümleri biriktirdim, tatillerine sinirlendim, bazen de bir bölüm için haftalarca bekledim.
İki gün önceki final bölümünü de bugün izleyebildim. Hiçbir son hayal ettiğimiz gibi olmuyor, belki de bütün sonlar hayal etmediğimiz şekilde oldukları için güzeller. Hem hayal ettiğim gibi, hem de hiç hayal ettiğim gibi olmayan bir final bölümüyle Gossip Girl ekranlara veda etti.
-spoiler-
İzlerken güldüm, duygulandım, üzüldüm, ve bir de hüzünlendim. Chuck ile Blair'ın evliliğine çoluğumun çocuğumun mürüvvetini görmüş kadar sevindim. Bir final bölümü klişesi olarak eski karakterlerin film şeridi gibi geçmesi güzeldi, keşke biraz daha görünselerdi. Dan ve Serena fanı olmadım hiçbir zaman, ama evlenmeselerdi manasız olurdu. Jack ile Georgina'nın birbirini bulmasına ise çok güldüm, bu birliktelik senaristlerin aklına daha önce niye gelmemiş diye de üzüldüm. Bir de hüzünlendim, çünkü onlarla beraber ben de büyüdüm. Üniversitedeki ilk yılımda başlamıştım izlemeye, şimdi yüksek lisans tezi arifesindeyim. Bazı şeyler hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor, Gossip Girl de onlardan biriydi benim için.
-spoiler-
İçerik olarak çok dolu olmasa da, görselleriyle, müzikleriyle, entrikalarıyla güzel bir diziydi. Bana Gossip Girl'den geriye, dizi sitelerine salı günü girip yeni bölüm gelmiş mi diye bakma alışkanlığıyla, Chuck&Blair sahneleri kaldı.
Böyle bir yazıyı başka türlü bitiremeyeceğimden, affınıza sığınarak;
xoxo diyorum sevgili okuyucu.
3 Aralık 2012 Pazartesi
Astral Seyahat İyi Yolculuklar Diler
On yedi yaşındaydım ve dünya tepeme çökmüştü.
En azından ben öyle hissediyordum.
Yağmurlu ve gri bir günde, Bursa'da bir doktorun muayenehanesindeydim. Yağmurlu olduğu doğruydu, ama gerçekten gri miydi hatırlamıyorum. O zamanlar gözüme her şey gri görünüyordu.
"Şikayetiniz nedir küçükhanım?" demişti doktor, mavi gözleriyle gülümseyerek. O gün gördüğüm tek canlı renk doktorun gözleri, ve aynı renk süveteriydi. O grilik içinde ne kadar hayat dolu gelmişti doktor, hem parlak mavi gözleri hem de enerjik ses tonuyla.
Sesimi çıkarmadan kollarımı sıyırdım, açıklamaları benim yerime annem yapıyordu. Şişliklerim dikkatini çekmiş olacak ki, eline bir kalem aldı, sırtımdan tişörtümü sıyırıp onunla uzun bir çizik attı, kalemin arkasıyla. Aynadaki yansımamdan, çiziğin belirginleşip kızarmaya, daha sonra kabarmaya başladığını gördüm. Bu manzarayı ilk görüşüm değildi elbette, ama an be an artmasına şahit olmamıştım hiç.
"Stresten" demişti annem. Sınav stresi.
"Yapma kızım" dedi doktor bana dönerek, "Daha ne sınavlar göreceksin sen."
O zamanlar gözümde büyüttüğüm başka hiçbir şey yoktu, dünya üzerindeki hiçbir sınav, gireceğim sınavdan daha zor olamazdı. "Tabi" demiştim kendi kendime; "Profesör olmuş, bunları küçümsüyor."
Bir reçete ve bir göz kırpmayla göndermişti beni. Sesimi çıkarmadım. Profesör olmak için çok genç olduğunu düşündüm sadece, o zamanlar profesör olmak için ne kadar çok sınava girmiş olduğu hiç geçmedi aklımdan.
***
Şimdi ne zaman canımı sıkan bir sınava girsem, ve ne zaman onu bir engel olarak görsem, o gün gelir aklıma. Artık küçük bir kız değilim, karşıma çıkanların en zor olduğunu düşünmek yerine, daha zorları olduğunu biliyorum. Kendimi çaresiz hissettiğim anda, o gün doktorun söylediklerini hatırlıyorum.
Ne çok zaman geçmiş üstünden. Ne sınavlar vermişim.
Ne sınavlar vereceğim.
En azından ben öyle hissediyordum.
Yağmurlu ve gri bir günde, Bursa'da bir doktorun muayenehanesindeydim. Yağmurlu olduğu doğruydu, ama gerçekten gri miydi hatırlamıyorum. O zamanlar gözüme her şey gri görünüyordu.
"Şikayetiniz nedir küçükhanım?" demişti doktor, mavi gözleriyle gülümseyerek. O gün gördüğüm tek canlı renk doktorun gözleri, ve aynı renk süveteriydi. O grilik içinde ne kadar hayat dolu gelmişti doktor, hem parlak mavi gözleri hem de enerjik ses tonuyla.
Sesimi çıkarmadan kollarımı sıyırdım, açıklamaları benim yerime annem yapıyordu. Şişliklerim dikkatini çekmiş olacak ki, eline bir kalem aldı, sırtımdan tişörtümü sıyırıp onunla uzun bir çizik attı, kalemin arkasıyla. Aynadaki yansımamdan, çiziğin belirginleşip kızarmaya, daha sonra kabarmaya başladığını gördüm. Bu manzarayı ilk görüşüm değildi elbette, ama an be an artmasına şahit olmamıştım hiç.
"Stresten" demişti annem. Sınav stresi.
"Yapma kızım" dedi doktor bana dönerek, "Daha ne sınavlar göreceksin sen."
O zamanlar gözümde büyüttüğüm başka hiçbir şey yoktu, dünya üzerindeki hiçbir sınav, gireceğim sınavdan daha zor olamazdı. "Tabi" demiştim kendi kendime; "Profesör olmuş, bunları küçümsüyor."
Bir reçete ve bir göz kırpmayla göndermişti beni. Sesimi çıkarmadım. Profesör olmak için çok genç olduğunu düşündüm sadece, o zamanlar profesör olmak için ne kadar çok sınava girmiş olduğu hiç geçmedi aklımdan.
***
Şimdi ne zaman canımı sıkan bir sınava girsem, ve ne zaman onu bir engel olarak görsem, o gün gelir aklıma. Artık küçük bir kız değilim, karşıma çıkanların en zor olduğunu düşünmek yerine, daha zorları olduğunu biliyorum. Kendimi çaresiz hissettiğim anda, o gün doktorun söylediklerini hatırlıyorum.
Ne çok zaman geçmiş üstünden. Ne sınavlar vermişim.
Ne sınavlar vereceğim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)