Sonra bir gün, ağlamaktan yoruldum. Uyuyakalmışım. Rüyamda yeşil kanepeli oturma odasındaydım. Yan yana oturuyorduk, yavaşça sokulup sarıldım ona. O kadar gerçekçi, o kadar etten kemiktendi ki, daha sıkı sarıldım, traş losyonunun kokusuna kadar alabiliyordum. "Tatlı kızım benim" dedi her zamanki gibi, gri mavi gözlerini bana çevirerek. "Ben çok iyiyim" dedi sonra; "Ama artık ağlamanı istemiyorum." Son bir kez daha sarıldım sımsıkı, canlı olduğunu hissedebilmek için.
Uyandım. Saat, sabahın 6sı olmuştu. Huzur içinde, diğer yana döndüm.
25 Ekim 2010 Pazartesi
21 Ekim 2010 Perşembe
Bi' Yolculuk
Bu blogu yazmaya ilk başladığım zamanlarda vardı bi yazım, "Bir yolculuğun daha sonuna gelirken..." diye başlayan. Şimdi o zamanlarıma bakıyorum da, çok daha sakinim. Oldukça deneyim kazandım diyebilirim. En basitinden, Susurluk molalarında sinir krizi geçirmiyorum, sükunetimi koruyorum -aslında bu en önemli nokta da bu-.
Bu sefer de, yine bir İstanbul-Balıkesir yolculuğunda, yarım saatlik gecikmeye rağmen elimde Elizabeth Gilbert'in Ye Dua et Sev kitabı, sakinliğimi koruyarak bindim otobüse. Bazen yapıyorum çünkü böyle, bestseller kültürümü arttırmak adına, yolda hafif bi okuma olsun diye alıyorum, kafamı yormadan, çıtır çerez gibi okuyorum, ve revaçta olan kitaplar hakkında az çok fikrim olmuş oluyor. Böylece, hali hazırda şarj edilmiş mp3 playerım, kitabım ve telefonumla, bir İstanbul-Balıkesir seferine daha hazırdım artık.
8 Ekim 2010 Cuma
Evden Uzakta Hasta Olmak
Ben mi adapte olmakta zorlanıyorum, yoksa havalar mı çok dengesiz bilmiyorum ama, sadece bir haftamı aldı evden uzakta kendine bakmaktan aciz bebeler gibi hastalanmam. Sanki dört yıldır yalnız yaşamıyormuşum gibi, ilk soğuk hava dalgasında yenik düştüm. Tahmin ediyorum ki, bunda henüz yazdan çıkamamış olmamın da etkisi vardır, 18.geleneksel yaz sonu tribimin sonunda, sonbaharı bi nebze olsun kabul edebilsem de, hiçbir güç bana kışı sevdiremedi. Soğuğa dayanıksızlığım, ılıman iklimde büyümüş olmam, ve dört yıl öncesine kadar hayatımda bot giymemiş olmam bir yana, bu sefer ani hava değişimi de çarptı beni, körfezde denize giriyorken kendimi Karadeniz'den gelen soğuk hava dalgasının içinde buldum. İlk günler, uyuduğum zamanlar dışında kesintisiz baş ağrısı çektim, aldırmadım. Sabah soğuk, öğlen sıcak, akşam aşırı soğuk havanın ardından, üstüne bir de yağmurda ıslanınca -deyim içinde geçen ahmak ben oluyorum- ikinci haftaya hazır ve nazır bir şekilde hasta başladım.
keywords
yurt hayatı
6 Ekim 2010 Çarşamba
Depresyon Kimdir, Kimlerdendir
Bitmek bilmeyen ağlama krizi midir depresyon, yoksa aylarca susup bir başına kalmak istemek mi? Yoksa içki içip sızan, yazılar yazan, saçlarını kör makasla kesen, saatlerce uyuyan halim mi? Ona göre, bir kenarda oturup etrafımı izleyişlerime, dağınık dikkatime, iki satır okumak için büyük çaba sarf edişlerime, kararsızlıklarıma, ani heves iniş çıkışlarıma, sabaha kadar oturuşlarıma, ağlamayışlarıma bir anlam yükleyeceğim. Sahi, hangisi depresyon? Yemeden içmeden kesilmek mi, kilo aldığını fark edip zayıflamaya bile yanaşmamak mı, yediklerini kusmak mı?
Eğer depresyon bir kadında vücut bulsaydı, kafasında dağınık topuzu, Kurt Cobain hırkasını giymiş, elinde nutella kavanozu ile bize sesleniyor olurdu. O kadına dönüşür müyüm bilmem ama, elimde son bir kış, yeni yollar arıyorum kendime, ama bulamıyorum. Küçük bir kızken, kaçmanın en iyi çözüm olduğunu sanırdım, şimdi o kadar uzak, o kadar yabancı ki başka şehirler; yeni iklimler, yeni insanlar tanımaya korkuyorum. Ama kalırsam da ne olur kestiremiyorum, bir şehire bağlanıp kalmak mıdır depresyon? Bir insana saplanıp kalmak gibi? Yoksa maymun iştah mıdır, kitapları alıp alıp okumamak, yarım bırakmak, sonrasında bir kenara atmak gibi? Hangisi daha zordur, saatlerce okuyup dış dünyaya kendini kapatmak mı, kafandaki ne dediklerini bile anlamadığın sesleri bastıramadığın için okuduğunu anlamamak mı? Evi özlemek midir, yoksa eve gelir gelmez geri dönmeyi istemek mi?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)