Çocukluğumda kış benim için, o kadar da soğuk olmamasına rağmen "üşürüm diye" annemin sadece gözlerimi açıkta bırakacak şekilde sardığı atkıların arasında boğulmakla geçerdi. Daha o zamanlar küresel ısınmanın lafı bile edilmiyordu, Balıkesir'de kış şimdiye göre çok daha ılık, ve yağışsız geçerdi. Yılda 2 kere kar ya yağar ya yağmazdı. Yağsa bile, yere düşmeden havada erirdi, kar yağıyo diye sokağa koşmamıza kalmaz, havaya nem olarak karışırdı. O yüzden, beyazlar içinde yuvarlanan çocuk olmadım hiç. Arabanın camından iki gram buzu toplar da, kartopu sanırdım onları. Televizyonda kar tatili anonslarını hasetle dinler, hep Balıkesir'in adını duymak isterdim, asla olmazdı. Ne poşete oturup kaymanın zevkine vardım, ne de kardan adama havuçtan burun taktım.
Son 4 yıldır ne zaman beyaz örtüye uyansam, elimde olmadan bir korku sarıyor içimi, bir anda bütün hayat duracakmış gibi geliyor. Dışarı çıkıp yuvarlanmak, koşup oynamak bir yana, elimde kış resmi içeceği olan sıcak çikolata veya salepten birini alıp romantik bir şekilde yağan karı da izlemiyorum. Tüm bunların yerine battaniyenin altına büzülüp karlar eriyene kadar kendimi odaya hapsediyorum. Kar kokusu diye bir kokunun varlığından bile haberdar değilim -ki kokulara ne kadar takıntılı olduğum bir gerçek-, hatta o kadar özlüyorum ki ılık havayı, kar yağınca havanın yumuşaması teorisine gönülden bağlanıyorum, hava 1-2 derece de olsa ısınacak diye seviniyorum. Yalnız kalmaktan da korkuyorum üstelik, içimdeki kız çocuğu saçları okşansın, sevgi şefkat görsün istiyor.
Kısacası demem odur ki; kar, kış, soğuk bana göre değil. İstiyorum ki ilk kar tanesi yere düştüğünde kuşlar gibi uçup, sıcak iklimlere göç edeyim. Güney yarımküre de en çok böyle zamanlarda çekici görünüyor gözüme. Kışla ilgili kişisel bir problemim de yok oysa, daha ılık bir mevsim olsaydı, onu da severdim. (O zaman kış olmazdı demeyin :)
Denizi, güneşi, kumu bana verin, dünyanın bütün kardan adamları sizin olsun!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder