Görüyorum ki Haziran benim için verimsiz bir ay olmuş. Öylesine vurdumduymaz bir moddayım ki şu an, bu vurdumduymazlıkla sorumluluk alıp bir şeyler yazmayı denemem hayret verici. Ayda sadece 2 yazı yazmak bir şey değil de, yazmayışımın nedenleri sinir bozucu. Final dönemini tek bir hasarla atlattım, Şile'den ayrılmak oldukça can sıkıcıydı, dönemi Bengü'nün kolbastısıyla kapatmak bir o kadar ironikti, kendimi bi anda Altınoluk'ta bulmamsa bütün dengemi bozdu. İlk haftanın oldukça sıkıntılı geçtiğini söyleyebilirim, "Altınolukta olan bir ben"den beklenmeyecek kadar kötü bir performanstı. Sonra nasıl olduysa, bir vurdumduymazlık geldi üstüme, burdaki eski ve saçma sapan hayatıma döndüm. Altınoluk sahil, bira, gündüz görsem tanımıycağım ama gece muhabbetin dibine vurduğum insanlar.. Benden bir beklentisi olmayan, benim de kaybetmekten korkmayacağım insanlar çoğu. Bir siluetten ibaret hepsi.
Bugün Altınoluk'ta kim bilir kaçıncı kez sabahlarken, o 1 haftadan sonra, Kaz Dağı eteklerinde kısmen de olsa nefes alabildiğimi fark ettim. Fazla oksijenden olsa gerek, hafızam canlandı, buradaki bütün hayaletler bir bir dikildi karşıma. Gariptir, onlarla yaşayabiliyorum, ya da uykusuzuktan, aptal aptal gülüyorum hepsine.
Yine de, her şeye rağmen, hep söylerim, en zoru burayı terk etmektir, burada olmak acı verse bile, ayrılırken de acı çekersiniz. Geçici ayrılığımıza az kaldı, bir yaz daha kaçıyorum, dönüşümdeyse, Altınoluk'u en sevdiğim haliyle bulacağım, sessiz sakin, ve muhtemelen parçalı bulutlu.
ve o en güzel halinde ğızlar da orida olucaklar kesidun :)
YanıtlaSil