Tüm bunların haricinde, adada çılgın bir gece hayatı hakim. Her yer içenler ve azıtanlarla dolu, sanırım yabancı yerde olmanın verdiği tedirginlikle, kendimi kaybedicek kadar içmiyorum. Barlar sokağından kafamı kaldırıp adanın diğer kısımlarını gezmeye başladım, tipik limanları ve cumbalı evleri görmek garip bir şekilde huzur veriyor bana. Kolumu kaldırıp fotoğraf çekmeye üşenmezsem, güzel şeyler çekeceğim. Ama diyorum ya, Akdeniz rehaveti fena halde çöktü üzerime, yol kenarında bir bankta oturup susup kalıyorum, benden beklenmeyecek bir şekilde. Onun dışında, Türk mutfağının ne kadar zengin olduğuna ve de ülkemize gelen turistlerin Türk mutfağına bayıldıklarını söylediklerinin palavra olmadığına karar verdim. Allahtan midem küçüldü burda, sıcaktan bişey yiyemiyorum, canımın istediği tek şey Türk kahvesi. Çay bile değil, ölümüne Türk kahvesi istiyorum, döndüğümde sürahiyle içeceğim. Bir de nargile var burada, içmesem de orada olduğunu bilmek güzel. Hani hep uzaktakini özlermişsin ya, nargileden yana bir sıkıntım yok o yüzden.
Bir diğer eğlencemse, yabancıların alışkanlıklarını izlemek. En basitinden, hepimizin selamlaşma-vedalaşma kültürümüz farklı. Biz Türkler iki yanaktan öperken, Ruslar tek taraftan öpüyormuş, Japonlarsa hiç birini yapmıyor. Ruslar bozuk paradan hiç hoşlanmıyorlar, bi Rus kız yemekten sonra şaşkın bakışlarımız arasında cüzdanındaki bir avuç bozuk parayı bahşiş olarak bıraktı. Maltalılarsa çok rahat insanlar, Türk olduğunu öğrenince direk Eurovision muhabbetine giriyorlar. Adamlarda dert yok tasa yok, tek dertleri Eurovision. Hadise hepsinin gönlünü fethetmiş. Bir de, çözemedim, tek tük Türkçe kelimeler biliyorlar, eve yeni öğrenci geliceğini bildirmeye gelen housekeeper "çok sıcak" dedi, yanlış mı duyuyorum dedim, elimde olmadan bir "evet.." çıktı ağzımdan, evet evet dedi o da. Birkaç kere de merhaba'yı duyar gibi oldum. Şaşkınım.
Yeni takıntımsa, sürekli yemekleri koklamak. Sandviçin içindeki salamı kokluyorum, makarnayı kokluyorum, kokluyorum da kokluyorum. Kendimi telkin etmeye çalışıyorum, domuz eti olsa anlarım dimi diye. Uçağa binmemle başladı bu koklama huyu. Kırmızı ete tahammül edemezken, bi de domuz eti çıktı başıma, yediğim yemekteki et türevlerini, ne var ne yok hepsini ayıklıyorum. Etsiz olanları ise domuz yağı var mıdır acaba diye düşünerek geçiriyorum. Hayır yani, bir muffinde domuz dağı kullanılma olasılığı nedir ki. Ben onu bile düşünüyorum. Aklıma mukayet olmalıyım :)
Şimdilik benden bu kadar, benim yerime bol bol Türk kahvesi için. Telvesine kadar için hem de!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder