Pages

26 Mart 2011 Cumartesi

Düşmedim Daha

Hayatımın bir dönemine -belki de en bunalımlı dönemine- damgasını vurmuş kadındır Umay Umay. İlk ne zaman ve ne şekilde dinlediğimi hatırlamıyorum, Mete Özgencil ile olan Düşmedim Daha şarkısı klibiyle birlikte bilinç altıma yıllar önce yerleşmişti. Düetleri hep çok sevmişimdir, ama Düşmedim Daha sıradan bir düet değil, sıradan bir şarkı hiç değil. Klibiyle beraber dinlendiğinde Umay Umay'ın feryadı da, Mete Özgencil'in usul usul söyleyişi de tüyler ürpertir. Çocukken izlediğimde bile donup kaldığımı hayal meyal hatırlıyorum. Ancak ne demek istediklerini anlamam için, biraz büyümem gerekecekti.

Soğuk ve ümitsiz kış akşamlarını hatırlatır Umay Umay bana. Bazen Marlin Leyla'yı, bazen Siyah Bulutlar'ı. Kendimi yapayalnız hissettiğim o kış, teras katındaki ufacık odamda bana eşlik ederdi. Onu neden sevdiğimi anlamayanları, biz de sevmiyorduk aslında, Umay'la birlikte. O söyledikçe ben söylemiş gibi oluyor, o haykırdıkça ben de haykırıyordum içten içe. Hala çocukmuşum gibi donup kalıyordum bazen karşısında, ama o hep anlıyordu beni. Üzgün olduğumu biliyordu, teselli de etmiyordu, içini döküyordu sadece. İçimizi döküyorduk.

19 Mart 2011 Cumartesi

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu

Bazı kitaplar vardır, dönem dönem tekrar okunması istenen. Belki de, gereken. O kitabın orada, kitaplığınızda durduğunu bilirsiniz, yıllar önce okumuşsunuzdur ama, yeni bir kitaba başlamak yerine, gider onu alırsınız yeniden. Belki hafızanızı tazelemek için, belki de hikayeyi özlediğiniz için.

O kitaplarda olayları tamamen hatırlayamazsınız belki ama, içinden bir cümle hiç aklınızdan çıkmamıştır. Seneler geçse bile. O cümleye rastlayacağınızı bilerek okursunuz sayfaları. Sıra ona geldiğinde, duraklarsınız bir süre, onu sindirmek istercesine.

Bazı kitaplar tekrar tekrar okunmalı derler. Çünkü her okuduğunuzda, farklı anlamlar çıkarırsınız. Çocuklukta başka, gençlikte başka, yetişkinlikte başka. Her seferinde satır aralarında başka şeyler bulursunuz, onları daha önce nasıl olur da fark etmediğinize şaşarsınız. Zamanın nasıl geçtiğinin en büyük kanıtı budur belki de.

17 Mart 2011 Perşembe

Bana Dört Mevsim Yaz Olsa


Bu gördüğünüz video, Bir Avuç Deniz filminden. Filmler kadar, filmin müziklerini de oldum olası çok sevmişimdir. Bir Avuç Deniz'i hala izlemedim, denk gelir de izler miyim onu da bilmiyorum ama, bu şarkıyı elimde bulunduracağım kesin. Üstelik, uzun zamandan sonra Deniz Özbey'i de yeni bir şarkı ile duymak çok güzel oldu.

"Bize dört mevsim yaz" diyor ya şarkıda, keşke öyle bi' şey olsa da, hiç kışa dönmesek. Üşümesek.

15 Mart 2011 Salı

Japonya Depreminin Ardından

Bundan 1,5 sene önce Malta'ya gittiğimde, ev arkadaşım Burçin dışında, pek çok yabancı arkadaş edinmiştim. Bunların büyük çoğunluğunu Japonlar ve Ruslar oluşturuyordu. Şimdi hepsi dünyanın dört bir yanına dağıldılar, ama çağımızın teknolojileri sağolsun pen friend olmaktan öteye gittik, mail facebook vs. yollarla bağlarımızı koparmadık. Hele içlerinde bir Japon kızı vardı ki, orada son geceme kadar beni yalnız bırakmadı. Biz onun sushi'lerini yiyemedik ama, o bizim mantımızı çok sevdi. Türk restoranında Efes içti, televizyonda maç açıkken, ve diğer Türkler bağrışırken bizimle köfte yedi, pilavı yadırgamadı. Kısacası Junko'nun yeri bizde hep ayrıydı.

11 Mart günü dünya olarak 8.9'luk bir depreme uyandık. Bu aralar kötü haberleri hep yarı uykuluyken twitter üzerinden alıyorum, tsunaminin ve depremin haberini de bu şekilde aldım. Deprem bölgesinde yaşıyor olduğumuzdan, 99 depremini gördüğümüzden mi bilmiyorum, bi başka etkiledi Japonya'da olanlar beni. Çoğu insan depremi pek ciddiye almamıştı, "Onlar alışkın abi, Japon yapıyo, yıkılmaz o binalar" dese de, canlı canlı izlediğimiz felaket hepimizi korkuttu. Kafamı toplayıp facebook'taki Japon arkadaşlarıma mesaj attım. Telefon bağlantıları iyi değildi ancak internet kullanabiliyorlardı. Her "iyiyim" cevabından sonra rahatlıyor, cevap vermeyenler için endişelenmeye başlıyordum. Ve tabi ki en çok hala bana geri dönmeyen Junko için endişeliydim.

Merhaba

Sansürün ardından, herkese merhaba =)

Önceki yazımda da söylediğim gibi, verdiğim kısa ara boyunca, ben bloguma eriştim ama çoğu insanın erişimi engellendi. Bu kısa ara boyunca, direnip bir iki kere yazmayı denedim, ama kendi kendime konuşuyormuşum hissine kapıldım ve vazgeçtim. 26 ay olmuş ben blog yazmaya başlayalı, ve bu 2 seneyi aşkın süre boyunca yediğimiz ilk sansür. Blogger'ın ilk sansürü değil tabi ki, 2008'de bir kere daha yaşanmış buna benzer bir olay. Ancak bu sansür çok daha fazla ses getirdi. Sesini duyuran, emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum. Çünkü biliyorum, herkesin canı çok yandı. İtiraf etmeliyim ki, benim de öyle.

Her Blogger kullanıcısı gibi ben de dns ayarlarımı değiştirdim, yazılarımın yedeklerini alıp bir wordpress hesabı açtım. Artık içim ısınmasa da bir wordpress adresim var, aklınızda bulunsun :) Yangında ilk kurtarılacaklar gibi, ilk işim yazılarımı yedeklemek oldu, dileğim o kırmızı yazıyı tekrar görmememiz, ancak yine bir yasak söz konusu olursa, sokakkedisi28.wordpress.com 'da olacağım. Digiturk veya herhangi bir şirket. Mahkeme ya da başka bir karar mekanizması... bu geçen zamanda gördüm ki, hiçbirinin gücü yetmeyecek insanların içindeki yazma isteğini bastırmaya.

2 Mart 2011 Çarşamba

Şimdi Kısa Bi' Ara... #blogumadokunma

Öncelikle bu yazıya kaç kişinin erişebileceğini bilmememe rağmen, bunu göze alıp yazıyorum. Birkaç gündür uzaktaydım, bir tık kadar, istatistiklere bakacak kadar uzaktaydım ama kafamda yeni fikirler, yazacak yeni konular vardı. Döndükten birkaç saat sonra aldığım haber ise, benim de içinde bulunduğum birçok Blogger kullanıcısını rahatsız etti. Ben de hepsini bi süreliğine unutup kısa bi ara vermek istedim, aradığınız bloga şu anda ulaşabiliyorsanız, siz de şanslı kesimdensiniz.

Durumu hala bilmeyenler için kısaca açıklayayım, bir sansür kalkmadan diğerinin geldiği ülkemizde, arayı soğutmadan yepyeni bir sansürümüz oldu, Digiturk'ün şikayeti ile. Digiturk'ün iddiası bazı blogspot uzantılı kişisel bloglarda illegal maç yayını yapıldığı. Digiturk'ün kendisine göre haklı sebepleri, yapmış olduğu yatırımları olabilir, fakat biz buna halk arasında pire için yorgan yakmak diyoruz. Sonuç olarak, problemin köküne inmek yerine, olduğu gibi yok etmeyi tercih ediyoruz, kangren olmuş kolu, omuzdan kesiyoruz. Kesiyorlar.


Bu yüzden de, 28 Şubat 2011 pazartesi akşamından beri, internette bloguma dokunma adlı sanal bir protesto başlamış durumda. Sesimiz ne kadar duyulur, yapılan protesto ne kadar işe yarar bilmem ama, tepkinin çok fazla büyüdüğü kesin. Şimdiden bloguna girip de BU SİTEYE ERİŞİM MAHKEME KARARIYLA ENGELLENMİŞTİR'i gören pek çok blog yazarı var. Ben kendi adıma, kimbilir hangi sansürden sonra değiştirdiğim dns ayarlarımdan sonra bloguma hala ulaşabiliyorum. Ama dediğim gibi, bu yazıyı kaç kişi okur, en önemlisi Türkiye'den kaç kişi erişebilir bilmiyorum, ve bunu göze alarak yazıyorum. Artık hepimiz biliyoruz bu ne ilk ne de son sansür. Ve acıdır ki kanıksamışız, bilgisayarımızın dns, proxy gibi ayarlarını değiştirip hayatımıza devam ediyoruz. Yine pek çok blog yazarı gibi ben de yazılarımı yedekleyip başka bir blog adresi aldım. Fakat bunların geçici çözümler olduğu inancındayım. O yüzden, lütfen destek olun, sesimizi hep beraber duyuralım.


http://blogumadokunma.tumblr.com

http://twitter.com/blogumadokunma

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...