Pages

26 Mayıs 2014 Pazartesi

Mayıs, Gündem ve Yazar Kilitlenmesi

5 yılı aşkın süredir, bazen istikrarlı, bazen istikrarsız yazdığım bu blogda, satır aralarından -veya blog arşivinden- görebileceğiniz gibi, en sevdiğim aylardan biridir Mayıs. Hem en sevdiğim mevsimin başlangıcı olması, hem de bana yazma isteği veren bir ay olduğu için severim Mayıs'ı. Dediğim gibi, blog arşivime baktığınızda en çok yazı girdiğim ayın Mayıs olduğunu görebilirsiniz.

Bu Mayıs'ta ise kelimelerim tükendi. Mayıs 2013'te blogum için kendime bir söz vermiştim; gündemden bahsetmek yerine zamanın dışında kalacaktım. Gerekirse susacaktım ama gündem yazmayacaktım. Gündem yazmaya ne gücüm var çünkü, ne de kelimelerim. Zamansız yazılar yazmayı ilke edindim kendime, her zaman okunabilecek, biri Google'da arattığında karşısına çıktığında, yazı o gün yazılmışcasına orada olacaktı. Ben de bu yüzden, sustum. Yaşadığımız her olaya sosyal medyada reaksiyon göstermezsek eksik hissettiğimiz bugünlerde, biraz da kelimeler kifayetsiz kaldığı için sustum. Hala buraya neşeli neşeli yazacak durumda değilim, çok büyük ihtimalle bütün bir yaz boyunca boş bulunup güldüğüm her an suçlu hissedecek, utanacağım. Ama yazmadan olmuyor işte. Bir kere alıştın mı, yazmazsan boğulacak gibi oluyorsun. Bir de, yazmak isterken yazamamak var ya, o en kötüsü. Yazar kilitlenmesi demişler adına, literatürde Writer's Block olarak geçiyor. Kelin merhemi olsa kendi başına sürermiş ama, ben de yazar kilitlenmesine birkaç naçizane öneride bulunup gideceğim, belki birilerinin bir işine yarar.

- YAZMA: Benim en çok uyguladığım yöntem bu. Baktın yazamıyorsun, yazmayacaksın. Zorlamanın bir anlamı yok. Diğer yandan, kağıda/ekrana yazmıyor oluşumuz yazmadığımız anlamına gelmez, aklımızda sürekli bir şeyler yazıyoruz aslında.

- İSTEDİĞİN SORUDAN BAŞLA: Katıldığım bir Yaratıcı Yazarlık Atölyesinde, "Bildiğin yerden anlat" diye bir çözüm önerisi gelmişti. En kolay ne anlatabiliyorsanız onu anlatın. Süslü cümlelere gerek yok, zaten en süslü cümleleri istediğimiz için zorlanmıyor muyuz?

- EGZERSİZ: Yine başka bir yazarlık atölyesinde öğrendiğim yöntem. Anlatmak istediklerinizi ufak bir liste yapıp (tercihen haftalık/aylık) günün belli saatlerinde, belli sürelerde yazın. 10 dakika bile olsa, günlük düzenli olarak yazmak, kaleminizdeki düğümü çözüyor.

- OKU / İZLE: Benim en çok uyguladığım yöntemlerden biri de bu. Ne zaman yazacak iki cümle bulamasam, kendimi okumaya veriyorum. İyi bir okuyucu değilseniz, iyi bir yazar olamazsınız. Bugüne kadar yazdığım her anlamlı cümleler bütününü okuduğum kitaplara borçluyum.Her ne kadar iyi bir okuyucu olduğumu iddia etmesem de, ondan çok daha berbat bir sinema izleyicisiyim, ama zaman zaman film izlemek bana da çok iyi geliyor, yaratıcılığı arttırıyor.

- BİRİKTİR: "Biriktirmek" benim kullandığım bir sözcük, ne zaman yolculuğa çıksam, yeni insanlar tanısam, yeni yerler görsem, yeni şeyler keşfetsem, o anıları biriktirdiğimi, ve bütün bunların benim yazımı etkileyeceğini düşünürüm. Her zaman yaptıklarınızın, normalin dışına çıkmak iyi gelir, yazacak/söyleyecek şeyler artar.

- İLHAM BEKLEME: Evet belki de yaptığımız en büyük hata bu. İlham gelebilen bir şey değil maalesef. Mario Levi bir söyleşisinde, yetenek ve ilham diye bir şey olmadığını, iyi yazmanın ancak çalışarak olacağını söylemişti. Bu gerçekten önemli bir nokta, yeteneğine güvenmek veya yolunu gözlediğiniz bir ilham perisine bel bağlamak hiç de iyi bir yöntem değil. Eh, fikir benden değil ünlü bir yazardan geliyor, değerlendirmeye alın derim :) Kendisini dinledikten sonra yazmaya bakış açım oldukça değişti diyebilirim. Ne yetenekli olduğumu düşünüyorum, ne de ilham perilerim var. En önemlisi de, yazmanın bir disiplin işi olduğunu kavradım.

***

Yazar kilitlenmesine dair çözüm önerilerim şimdilik bu kadar. Buruk olmayan başka günlerde, yazılarda buluşmak üzere.

25 Nisan 2014 Cuma

Postcrossing ve Koleksiyon Yapmak Üzerine

Hobileri olan insanlara bayılıyorum. Spor yapmak veya bir enstrüman çalmak elbette ki güzel şeyler, tabi yetenekliyseniz. Ancak benim en çok sevdiklerim ve saygı duyduklarım koleksiyonerler. Postcrossing hayatıma girdiğinden beri, koleksiyon yapanları daha iyi anlamaya başladım. Orada tanıdığım çoğu insan, bir şeyin peşinden tutkuyla giden, hayal gücü geniş ve naif insanlar. Bu anlamda Postcrossing, sadece kartpostal değil, envai çeşit değiş tokuş yapmak için fazlasıyla müsait bir ortam. Çünkü karşındaki insan da, hiçbir şey olmasa bile kartpostal biriktiriyor. Ve yine o insan, hele Türkiye'deyse, kartpostal satın almak istediğinde, veya postane memurundan pul istediğinde tuhaf bakışlara maruz kalmaya alışkın. O yüzden, koleksiyoncunun halini anlıyor.

Yine Postcrossing sayesinde, çok tatlı bir Alman çift tanıdım. Herkese nasip olmayacak büyüklükte, harika bir koleksiyona sahipler; şişe kapakları biriktiriyorlar. Evet, bildiğiniz gazoz, kola, soda, bira kapaklarını biriktiriyorlar, hem de dünyanın her yerinden. Elbette Postcrossing koleksiyonlarını genişletmekte büyük katkı sağlamış, bu sayede hiç gitmedikleri ülkelerden sayısız şişe kapağı edinmişler, buna Kuzey Kore dahil.

kaynak/source: http://www.postcrossing.com/blog/2013/12/16/postcrossing-spotlight-andrea209-from-germany

Fotoğrafta gördüğünüz bu çiftin evinin duvarları. Kapakları ayrı ayrı, türlerine ya da ülkelere göre görmek isterseniz, hepsini web sayfalarına yüklemişler. Bu duvarları görünce ben de dayanamadım ve kendilerine koleksiyonlarına ufak bir katkı sağlamak istediğimi söyleyen bir mail attım. Adreslerini aldım ve ellerinde olmayan 5 tane kapağı posta yoluyla kendilerine yolladım. Böyle bir koleksiyonun parçası olmak, ufacık bir desteğimin olmasını bilmek bile mutluluk verici. Bir seferliğine yolladım bitti derken, Andrea'nın bana kapakların ulaştığını bildiren teşekkür mailini aldıktan sonra içtiğim her şeyin kapağına bakmaya başladım, "Acaba bu ellerinde var mıdır?" diye. :) Şimdi ikinci postayı hazırlamak üzereyim, bir yerde birilerini sevindirdiğimi bilmek çok güzel.

Andrea ve Andreas'ın web sayfasını görmek isterseniz, link burada.

9 Mart 2014 Pazar

Geçmişten Gelen Mektuplar

Tembel sokakkedisi'nden herkese merhaba! Evet yokum buralarda, ayda bir yazıyı zoraki yazıyorum bazen. Yazmıyor oluşum elbette okumadığım anlamına gelmiyor. Yazamayışımın tek tesellisi de okuduklarım aslında. Çünkü bazen hepimizin ara vermeye ihtiyacı oluyor. Verilen aralar da en güzel okuyarak değerlendiriliyor.



Geçtiğimiz ay, çok tatlı, çok naif mektuplar okudum. Normalde mektup pek tercih etmediğim bir tür olsa da, hayatın içinden ve sevdiğim kalemlerden olunca, almadan edemedim. Bunlardan birincisi, Yapı Kredi Yayınları'nın Orhan Veli'nin 100.yaşı dolayısıyla çıkarmış olduğu, Yalnız Seni Arıyorum - Nahit Hanım'a Mektuplar kitabı idi. Bilenler bilir, Orhan Veli'nin "Ben Orhan Veli..." diye başlayan şiirinde; "Bir de sevgilim vardır pek muteber; ismini söyleyemem, Edebiyat tarihçisi bulsun" dediği dizeleri vardır. İşte Nahit hanım, o dizelerdeki sevgilinin ta kendisiymiş.

Şiirlerindeki hem neşeli hem hüzünlü Orhan Veli'nin aksine, mektuplarında daha çok hüzünlü Orhan Veli'yi görüyoruz. Yaşadığı maddi sıkıntıların boyutu, Nahit hanıma olan aşkı ve hatta bildiğimiz şiirlerin ilk hallerini de kitapta bulabilirsiniz. Erken ölümünü de hesaba katınca, insanın içini gerçeken acıtan bir kitap. Orhan Veli sevenler ve kolleksiyonerler için, bir de eski Türkçe ile yazılmış, mektupların orjinalinin de yer aldığı özel bir baskısı var.

Orhan Veli'nin hemen ardından, bu sefer Sabahattin Ali'nin mektupları geçti elime, yine Yapı Kredi Yayınları'ndan, Canım Aliye, Ruhum Filiz kitabı. Bu kitapta da Sabahattin Ali'nin Aliye hanım ile nişanlılık döneminden, evliliklerine, kızları Filiz Ali'nin doğumu ve sonrasına kadar ayrı geçirdikleri sürelerde yazılmış mektuplar var. Nişanlılık dönemindeki coşkulu mektupların yerini, bir zaman sonra hapishanede geçen, ayrı kaldıkları zamanların hüznü ve kızı Filiz'e olan özlemi ve ona mektupları yer alıyor.

Canım Aliye, Ruhum Filiz'in Yalnız Seni Arıyorum'a göre tek farkı, mektupların orjinallerini normal baskıda görebiliyor olmamız. Aliye hanıma yazılan eski Türkçe mektupların yanı sıra, Filiz'e yazılmış mektuplar Latin alfabesi ile mevcut. İki tane çok sevdiğim, erken yaşta kaybettiğimiz şair ve yazarın mektuplarını okumak, onları daha yakından tanımamı sağladı. Yazının başında belirttiğim gibi, mektupların hepsi için söylenecek tek bir kelime var; naif. Mektuplaşmayı çok seven biri olarak, edebiyatın en önemli isimlerinin mektuplarını okumak benim için çok değerliydi.

Mektupları saklayanlara, yayına hazırlayanlara ve elbette Yapı Kredi Yayınlarına, tüm bu nedenlerden ötürü teşekkür etmek isterim.

27 Şubat 2014 Perşembe

Yunanistan'da Yapılacakların Mini-Listesi

Bir gün burayı gezi blogu haline getirebilirim demiştim ama, gide gele Yunanistan blogu olacak sanırım. Şikayetçi miyim? ASLA! Zira komşuda o kadar güzel vakit geçiriyorum ki, gittikçe gidesim, hatta yerleşesim geliyor. Bizden hiç de farklı olmayan iklimi, sıcak insanları ve güzel yemekleriyle, Yunanistan benim için tam bir cennet. Kendimi yurtdışında hissetmiyorum, Ege Denizi'ne yakın olmak huzur veriyor. Daha ne olsun! Yunanistan'ın neresine gidersem gideyim, ister adalar olsun, ister anakara olsun, alışkanlık haline getirdiğim şeyler oluşmaya başladı, tıpkı Cunda ritüellerim gibi. İşte size Yunanistan'da yapılacakların bir mini-listesi, giderseniz benden de bir selam söyleyiverin, olur mu?



Greek Cats

Bu beni çıldırtan seri! Kupası, havlusu, kalemi, defteri, magneti, saati, kitap ayracı ve daha bir sürü çeşidiyle Yunan kedilerine asla karşı koyamıyorum. Kedi severlerin benimle aynı durumda olacağını tahmin ediyorum. En güzel kısmı da, her yere yayılmış olmaları, Kos adasında da bulabiliyorsunuz, Selanik'te de. Hatta Hellenic Duty Free Shop'ların hepsinde de var, denk gelmemek imkansız yani. Bu dünya şirini ürünler yakında bütün evimi saracaklar diye tahmin ediyorum.

source: http://www.greekfoodsflorida.com/wines.html


Mythos

Her ne kadar eskisi gibi bira tüketmesem de, yaz günleri ve akşamlarında buzzz gibi bir biranın yerini hiçbir şey tutmuyor. Mythos benim favori Yunan biram oldu, hafif içimli, ama çok leziz kendileri. Miller'dan sert, Efes'ten hafif diyebilirim Mythos için. Ben hafif bira sevmem, yine de Yunan birası içeceğim derseniz, Alfa da içebilirsiniz.



Akşam yemeği & Eğlence

Yer Yunanistan olunca, bir süre sonra yeme-içme gezisi haline dönüşebilir geziniz, normaldir :) Türkiye'nin batı sahillerinde tatil yapıyormuş hissine çok rahat kapılırsınız. İster Türkiye olsun, ister Yunanistan, bana göre tatilin ve gezilerin en keyifli kısmı akşam yemeği, ve dolayısıyla rakı sofrası. Denizi geçince ouzo dersiniz, o ayrı :) Tek tek isim vermeden, güzel bir akşam yemeği yiyin diyorum, bunun nedeni ise gittiğiniz yerin kendine has mezelerinin farklılık gösterme ihtimali. Yani adalar deyip geçmeyin, kimisinde bol balık olurken, kimisinin mezesi, kimisinin ahtapotu kalamarı meşhur oluyor. Adalar birbirini tutmuyor anlayacağınız :) O yüzden, güzel bir sofra kurun, baş köşesine de uzo Barba Yanni (ΒΑΡΒΑΓΑΝΝΗ) isteyin. Bulunduğunuz yerde canlı müzik varsa, ortak şarkıların tadını çıkarın.


source: http://wickedcozyauthors.com/tag/greek-salad/


Greek Salad

Aslında Greek Salad, yani Yunan Salatası, akşam yemeğinin bir alt başlığı olarak incelenebilir. Ancak ben kendisinden pek hoşlandığım için, birlikteliğimizi akşam yemekleriyle sınırlamıyorum. Çoğu insan için Greek Salad, domatesin salatalığın koca koca kesilip, üzerine bir dilim peynir konduğu bir salatayken, ben nedense o şekilde hafife alamıyorum ve çok seviyorum. Bunda feta peynirinin etkisi büyük. Normalde yendiğinde pek tuzlu gelen feta peyniri, salataya o kadar yakışıyor, ve tuz ihtiyacını öyle güzel karşılıyor ki, bir de kekik ve zeytinyağıyla birleştiğinde, tadına doyum olmuyor. Lütfen Greek Salad'a haksızlık etmeyelim, onu sevelim.


source: http://eatblogtweet.com/food/traditional-greek-pita-gyros/


Pita

Adının pideden evrildiğini düşündüğüm Pita, Yunanistan'ın en yaygın ve en ucuz fast food ürünü. İsmini ekmeği Pita'dan alan bu fast food, genel olarak Gyros yani bizdeki adıyla döner ile tüketilmekte. Tavuk döner ve et döner ile yiyebilirsiniz, ancak etin domuz eti olduğunu belirtmekte fayda var. Bunların dışında şiş kebap türü etlerle yapılan Pita'lara rastlamak da mümkün. Benim favorim her zaman tavuk dönerli olanı, patates ve tzatziki (cacık-cacıki) ile birlikte. Bu arada, caciki bizdeki gibi içilebilir kıvamda değil, ekmeğe sürseniz yenecek türden. Ama tadı çok benzer, ve pita ile yemesi çok keyifli. Pita'yı ilk kez Couchsurfing'den arkadaşım Eleni sayesinde tattım, ve çok sevdiğimi bir kez daha söylememe gerek yok, öyle değil mi?


source: http://captainvoda.deviantart.com/art/Greece-Turkey-Peace-172707316


Komşu ile Sohbet

Bu kadar yemeğin arasında biraz nefes almak gerek sanırım! Yunanistan'da yapmaktan en keyif aldığım şeylerden biri de, oranın insanıyla sohbet etmek. Klasik "Nereden geliyorsun?" sorusunun ardından verilen "Türkiye!" cevabıyla muhabbetin bir anda başını alıp gitmesi işten bile değil. Şu ana kadar Yunanistan'ın hiçbir bölgesinde Türk olduğum için milliyetçi bir tavıra şahit olmadım, aksine herkes çok sıcak karşıladı. Kimisi babasının, dedesinin göçtüğü yerleri söyledi, kimisi bildiği Türkçe sözcükleri söyledi. Bir de, sanıyorum Türkler ve Yunanlar olarak birbirimizin dilinden bildiğimiz kelimeleri sıralayıp gülmek gibi bir adetimiz var, ve inanın ortak kelimelerimiz de çok fazla. O kadar ki, bazen İngilizce'yi bırakıp Türkçe kelimeler kullandığım ve anlaşıldığım zamanlar oldu. Sonuç olarak, önyargıları ve sınırları bir kenara atıp komşu ile sohbete dalın derim, ne kadar eğlenceli olduğunu göreceksiniz.

source: http://harmoniaphilosophica.wordpress.com/2012/03/23/the-philosophy-of-greek-frappe-zen-non-thinking-living/


Frappé

Özellikle yaz sıcaklarında, bir kahve fanatiği olmayan beni bile aşığı yapmıştır Frappé. Yunanistan'da herkesin elinde görebileceğiniz, bol köpüklü, bol buzlu Frappé, hem serinletici, hem de lezzetli. Daha çok gençler arasında revaçta, orta yaşlı ve yaşlı kesim, bizim Türk kahvesinin çok benzeri olan Greek coffee içiyorlar. Greek coffeenin kahvesi bize göre biraz daha ince çekilmiş, daha az telvesiz. Frappé için ise soğuk nescafe diyebiliriz, her ne kadar biraz yavan bir tabir olsa da. Frappé'yi gençler daha çok kokteyl gibi, uzun uzun, yavaş yavaş içiyorlar. İlk Frappé'mi içerken Eleni tarafından süreye tabi tutuldum, ve ilk denemede bir Frappé'yi iki saatte bitirerek alkışı aldım. Evet abartmıyorum, bir Frappé'yi iki saatte içiyorlar, ama yavaşladıkça daha keyifli geliyor gerçekten. Adalarda akşamüstleri denize karşı Frappé'lerini yudumlarken tavli (tavla) oynayan gençleri sıkça görebilirsiniz. Üstelik, o iki saat içinde "Bir şey alır mısınız?" diye taciz eden garsonlar da yok, rahat rahat içebilirsiniz yani.

source: http://www.floxwines.com.au/products/details.php?ID=154


Sakız Likörü

Bu likörün de tek sorumlusu, benim damla sakızı hastalığım. Sakız adasında bolca üretilen, ve Yunanistan'a yayılan sakız likörünü içmelere doyamıyorum. Bizdeki nane likörü gibi, balığın üstüne kahvenin yanında servis edilen sakız likörünü, Yunanistan'ın her bölgesinde bulabilmek mümkün, yalnız sakız rakısı Mastika ile karıştırmayın, "Liqueur" ibaresine dikkat :) Yunanistan'da bulunduğum süre zarfında pek tüketmesem de, valizimde mutlaka bir şişe sakız likörü için yer ayırıyorum. Sakız likörünün İzmir/Çeşme taraflarında bulunabildiğine dair rivayetler de var, uzaklıktan ötürü gerçeklik payı taşıdığını düşünüyorum, bulursanız kapın mutlaka bir şişe.

***

Sizi bilmem ama, bu yazı bende acıkma/özleme gibi hisler uyandırdı. Neresine gidersem gideyim, benim için Yunanistan demek güzel yemekler, içkiler, içecekler ve sıcak insanlar, hoş sohbet demek. Sizin de yolunuz hala düşmediyse, hiç olmazsa bir adacığa şans verin derim. Güzel bir yurt dışı seyahati için çok uzaklara gitmeye, saatlerce uçuş yapmaya gerek yok, bir feribotla karşıya geçin, yeter. Benden bugünlük bu kadar, başka bir gezi yazısında buluşmak üzere, γεια σας!

9 Ocak 2014 Perşembe

Bir Kitap Bir Şarkı



Bazı kitaplar var, kısa oluşlarına ters orantılı bir şekilde zor okunuyor.
Bazı kitaplar var, uzunluklarına rağmen kısa sürede bitiyor.
Bazıları ise, hem kısa, hem kolay okunup hem de derin mesajlar veriyor.
Bu son söylediklerimden pek fazla bulunmuyor. Albert Camus'un Yabancı kitabı onlardan biri.
Vikitap sayesinde okuma listeme girdi, evde hasta olduğum bir günde, aynı gün içinde bitti.
Fazla anlatmayacağım. İçinde bulunduğumuz topluma, dünyaya yabancı oluşun kısa ama vurucu bir öyküsü.
Biraz da Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam'ını hatırlattı bana. Kitap bittikten sonra her zaman yaptığım gibi yorumlara bakarken, yaptığım benzetmede yalnız olmadığımı gördüm.
Bir de, Yabancı'nın The Cure'a ilham verdiğini gördüm.
Kitaptan esinlenerek yapılan bir şarkı fikri hoşuma gitti.
Killing an Arab, kitabın üzerine pek güzel gitti.


2 Ocak 2014 Perşembe

1 Ocak Özeti

Öncelikle, herkese mutlu yıllar!

2013 hakkında pek çok şey yazıldı çizildi. Almanaklar çıktı, televizyonlar neler yaşandığını anlattı da anlattı, kaybettiklerimiz bir bir anıldı, blog yazarları yeni yıl dileklerini listeledi, son olarak yılbaşı planları yapıldı ve gecenin fotoğrafları sosyal medyada paylaşıldı. Buraya kadar hepimiz tamamız. Peki ya sonrası?

Fark ettim ki, yılbaşı gecesi benim için nasıl geçerse geçsin -evde, yurtta, partide, sokakta, mekanda, konserde- 1 Ocak günleri benim, ve hatta çoğumuz için hep aynı geçiyor. Farklı ortamlarda, farklı şekillerde yeni yıla giriyoruz ama, 1 Ocak hep benzer. İşte size bol genellemeli 1 Ocak özeti.

- Sabah, daha doğrusu öğlen kalkılır. Saate bakılır, yataktan doğrulmaya çalışılır, baş ağrısıyla/dönmesiyle geri yatılır.

- Kahvaltı için tüm ahalinin toplanması ortalama 1-2 saati alır. Tercihe göre evde veya dışarıda sıkı bir kahvaltı yapılır.

- Kahvaltı esnasında gecenin kritiği yapılır. O gecenin kazananı, yani sarhoşu kimse bir süre dalga geçilir. "Şunu da şöyle yapmıştın hatırlıyo musun" geyikleri gittiği yere kadar devam eder.

- Kız kıza ortamlarda dedikodu faslına geçilir.

- Dünyalar yenip kahvaltının sonuna gelinince, ağırlık çökmüş ve Türk kahvesinin tam da zamanı gelmiş demektir. Kahveler söylenir. Bu arada vakit geçmeye devam eder, hafiften sıkıntı başlar.

- Kahveler geldiğinde ufak çapta, geçici bir mutluluk yaşanır. Kafaların yerine gelmesi kahvelerin bitişine denktir.

- Mutsuz bir şekilde sofradan kalkılır. Artık gerçekler dank etmeye başlamıştır. Yılbaşı geçmiş, hatta yılbaşı ertesi olan tatil günü geçmiş, korkunç bir Pazar günü sıkıntısı baş göstermiştir.

- Evde bir süre daha miskinliğe devam edilir, duruma göre film izlenir. Bu arada mevsim gereği hava kararmıştır, herkeste "Bugünü de yedik bitirdik" duygusu hakimdir.

- Bir Pazar günü nasıl sonlanıyorsa, 1 Ocak da aynen öyle sona erer. Zaten 1 Ocak'ın genel özelliğidir, hangi gün olursa olsun, günlerden cumartesi bile olsa pazarmış gibi hisseder insan.

Yeni yıl coşkusu, 1 Ocak'ın tatil oluşunun verdiği mutluluk falan, hepsi bir anda balon gibi söner. Artık gerçeklerle yüzleşme zamanıdır; kaldığımız yerden devam! Zaten 10'dan geriye saydığımız zamanın öncesinin de sonrasının da birbirinden pek de farkı yoktur. (Buraya Yiğit Özgür'ün "Bu ne lan dünün aynısı" karikatürü gelecek) İşin kötüsü, yakınlarda Ramazan/Kurban bayramı da yoksa, en yakın resmi tatil 23 Nisandır ki, buna da dört ay vardır. Miskin 1 Ocak da bitince, hepimiz normal hayatlarımıza döneriz. Yılbaşı süsleri kaldırılır.

SON.

21 Aralık 2013 Cumartesi

Okudum&İzledim: Muhteşem Gatsby

Plan yapmayı her ne kadar sevmesem de, bunun yeni bir seri olduğunu öngörür gibiyim; Okudum&İzledim serisini bu yazıyla başlatıyorum. Edebiyat uyarlamalarında her zaman kitaplara öncelik veren biri olarak, son zamanlarda kitabını okuyup filmini izlediğim eserler oldu, ben de "Neden olmasın ki?" dedim ve işte buradayım. Okudum&İzledim serisini The Great Gatsby, Türkçesi Muhteşem Gatsby ile başlatıyorum. Gatsby ile başlamamın tek nedeni ise kitabı okuyup hemen ardından filmi izlemiş olmam, ve bunları taze taze yazıyor olmam. Lafı fazla uzatmadan, F.Scott Fitzgerald'ın kitabıyla başlıyorum anlatmaya.


Gatsby'i okumak için, itiraf ediyorum ki filmin çılgınlığının geçmesini bekledim. Sonrasında nasıl olduysa, kitap sipariş ederken gözüme takıldı. Ancak klasikleri okuyanlar bilir, özellikle yabancı klasiklerde her zaman bir çeviri handikapı vardır. Hangi yayınevinden, hangi çevirmenden ve hangi baskısından alacağınızı bilemezsiniz. Bir de klasikleri sadeleştirme gibi bir olay var ki, düşmanımın başına vermesin. Ben kendi adıma, her zaman en uzun ve orjinal aslına yakın olanını tercih ediyorum, kısaltılmış versiyonlarına kesinlikle karşıyım. Bu noktada belirtmekte fayda var, klasiklerde adını bile duymadığınız yayınevlerinin  baskılarına dikkat edin. Gatsby'de ben tercihimi İletişim Yayınları'ndan yana kullandım, ki en sevdiğim ve güvendiğim yayın evlerinden biridir kendisi. Daha sonra kitap hakkında ufak bir araştırma yaptığımda, gördüm ki çoğu çeviri sorunluymuş. Kitabın orjinalinde de fazlaca tasvirler olduğu için, bunu okuyucuya en iyi şekilde yansıtmak önemli. Ben İletişim Yayınları'ndan burada da memnun kaldım. Kitaba gelecek olursak, çoğu insandan da duyabileceğiniz gibi, Amerikan Rüyası'nı çok güzel anlatıyor evet, ama bende genel anlamda bir çığır açmadı. Yine de okuduğum için pişman olduğumu söyleyemem, bir cümlesini favorilerime ekledim, sırf onun için bile okumaya değer. Gelelim kitabın artı ve eksilerine;

+
Yazar anlatmak istediği noktaya çok güzel gelmiş. Yani vermek istediği mesaj ortada. Sonunu havada bırakmamış olması bile bir artı sayılabilir. spoiler Gatsby üzerinden Amerikan Rüyası'nın çöküşü çok güzel anlatılmış, oradaki imgelemeyi sevdim. spoiler 
Sonuç olarak, kitap kendisini okutuyor, bu önemli.

-
Filmden sonra kitabın bu kadar patlaması benim için bir eksiydi, hayal gücümü kısıtladı. Örneğin Gatsby'i hep Leonardo di Caprio olarak gördüm, bu zaman zaman rahatsız ediciydi. İçine girmekte zorlandığınız tasvirler olabilir, onları alt edebildiğiniz takdirde hikayeye girebiliyorsunuz.


Filme gelecek olursak, burada itiraf etmeliyim ki, kitabını okumadığım sürece filmi sonsuza dek izlemeyebilirdim. İzlemek için, filmin popülaritesini yitirmesini, etkisinin geçmesini ve elbette kitabı okumayı bekledim. Kitabı okuduktan sonraki "Acaba film nasıl olmuş?" merakımı da saymam gerekir elbette. Film 2 saat 22 dakika, hiç de ağır gitmeyen, akıcı ve keyifli bir film olmuş. New York'u filmlerde ve dizilerde görmekten çok keyif alıyorum, ekrana çok yakışıyor bence. Gatsby'nin ihtişamını, zaman zaman kitaptan da iyi göstermiş, bazı yerleri abartılı olsa da, rahatsız etmiyor. Filmi izlemeden önce, bildiğim tek şey Leonardo di Caprio'nun Gatsby olduğuydu, onun dışındaki oyunculardan habersizdim. Hem Leonardo di Caprio'yu hem de Tobey Maguire'ı ÇOK severim, filmi sevmemde ikisinin de etkisi büyüktü. Tobey Maguire harika bir Nick Carraway olmuş, öyle ki, kitapta benim için bir anlatıcı olmaktan öteye gitmeyen Nick'i filmde baya baya sevdim. Sanırım Nick Carraway'de Tobey Maguire'a has Peter Parker naifliğini gördüm. Filmlerle ilgili uzun uzun konuşmayı çok da beceremediğimden -bunu geliştirmeyi umuyorum-, artılara ve eksilere geçiyorum.


+
Filmin bana göre en büyük artısı, kitaba sadık kalmış olması. Diyalogların bile tamamına yakını kitabın aynısıydı, bu önemli. Uyarlamaların çoğunda, biraz da uyarlama oldukları için, özgün halinde değişiklikler yapabiliyorlar, okuduğum ve sevdiğim kitaplarda bu beni rahatsız ediyor. Film için yüksek bir maliyet harcanmış olduğu belli, kaliteli  bir yapım izlediğinizin farkına varıyorsunuz. Bir diğer önemli nokta, müziklerin de güzel oluşuydu, elim zaman zaman Shazam'a gitti :) Bir de, izlerken  "Yaşlandın be Leonardo" diye düşünmeden edemedim, ama onu izlemek hala çok zevkli.

-
Yukarıda da belirttiğim gibi, her ne kadar kitaba sadık kalınsa da, abartılmış bazı sahneler vardı. Film için söylenecek pek de eksi bir yön bulunmadığından, bir tek bunu belirtebiliyorum. Derseniz ki "Favori filmin midir?" hayır, kitap favorim olmadığı gibi bu da favori filmim olmadı. Evet güzel, izlemesi keyifli, ama ikinciye izler miyim, sanmıyorum.

***

Evet, benim Muhteşem Gatsby izlenimlerim böyle. Biraz modası geçtikten sonra yazdım ama, benim her zaman yaptığım şey bu, bu tür şeyleri popüler olmadan önce veya olduktan sonra paylaşmak. Okudum&İzledim serisi, zamanını bilmemekle birlikte devam edecek, bundan böyle burada, ve etiket bulutunda bulabilirsiniz.

İyi okumalar & İyi seyirler!

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...