Pages

12 Mayıs 2016 Perşembe

Meis Tavsiyeleri

Uzun bir aradan sonra, adasever, Yunanistan-sever, dolayısıyla Yunan-adaları-sever sokakkedisi Meis'te görüldü. Bitmek üzere olan Schengen vizesinin son günlerini değerlendirmek, erken tatil yapmak, Meis demişken Kaş'ı görmeyi de ihmal etmemek, bir Akdeniz havası almak gibi amaçlarla güneye indik. Bilmeyenler için Meis, diğer adıyla Kastellorizo ufacık bir ada, dolayısıyla internetten yaptığınız bir aramayla karşınıza benzer bilgiler çıkacaktır. Bu yüzden, kişisel tecrübelerime dayanarak, okuması kolay, pratik bilgiler içeren bir mini liste yaptım. Umarım hoşunuza gider.



Konaklayın: Ada ile Kaş arası feribotla 20 dakika sürüyor, günübirlik giden çok. Fakat benim tavsiyem, adada kalınması üzerine. Bir yerin akşamını görmeden, orayı görmüş sayılmayız, öyle değil mi? Günübirlikçilerin keşmekeşinin ardından, adadaki sakinliği tatmanızı öneririm.

Kalın: Konaklama demişken, bir otelde değil de, pansiyona çevrilmiş tipik ada evlerinde kalın. Suni otel konaklaması yerine, kısa süreliğine de olsa bir adalı gibi yaşayın.



Denize girin: Bu tahmin etmesi zor bir ihtimal değil elbette. Limandan bir sea taxi sorun, sizi St. George's Beach'e götürmesini söyleyin. Adanın dik, kayalık sahillerinin aksine, St. George's'ta şemsiye ve şezlong kiralayıp, yeme içme işini de halledebilirsiniz. Turkuaz denizin tadını çıkarın. (Not: St. George's Beach'i bir Yunanlı ile evli olan Kaş'lı genç bir Türk kızı işletiyor. Buradaki minik kilisede vaftiz törenleri ve hatta düğünler yapılıyor. Ada hakkında en doğru bilgileri, en güzel tavsiyeleri verecektir)

Görün: Hazır deniz taksiye binmişken, sizi Mavi Mağara'ya götürmelerini söyleyin. Hiç beklemediğiniz büyüklükte, enfes bir manzarayla karşılaşacaksınız. Evlilik tekliflerinin yapıldığı, kışın fokların yavruladığı, girişi biraz zor olabilen fakat asla pişman olmayacağınız bir yer bu mağara. Yalnız bunun için sabah saatlerini tercih edin, güneş mağaranın içinde en güzel ışık oyunlarını o saatlerde yapıyor.

Gidin: Adada pek çok restoran var, fakat biz Billy's Fish Tavern ve Athina Restorant'ı deneyebildik. Athina Restorant'ın sahibi Vagelis, sıcakkanlılığıyla gönlümüzü fethetti. Billy's ise aldığımız bir tavsiye sonucu uğradığımız bir yer oldu. Kışın adada açık olan tek restoran olmasının yanı sıra, yerel halkın gittiği yer olmasıyla denemekte karar kıldık.



Yiyin: Yemek tavsiyeleri, gezilerin olmazsa olmazı. Ada kayalıklardan oluştuğu için kaya barbunları şahane. Yine adaya özgü minik çıtır karideslerden denemelisiniz, bildiğiniz tüm karidesleri unutun, bunlar çekirdek gibi! :) Billy's'in yaprak sarmalarını atlamayın, şahane yapıyor.

İzleyin: Meis dendiğinde, 1991 yılında adada çekilen Mediterraneo filmini mutlaka duyarsınız. Ben sürpriz olmasın diye adaya gittikten sonra izledim. İyi ki de öyle yapmışım, tanıdık mekanların yıllar önceki halini görmek çok zevkliydi. Film de oldukça keyifli, adayı seven filmi de seviyor, kesin bilgi!

Tadını çıkarın: Yapılacak en önemli şey elbette bu. Günümüz eğlence anlayışının çok uzağında, sakinlik arayanlar için ada muhteşem bir seçim. İlk başta küçücük, 300 nüfuslu, Yunanistan anakarasına millerce uzakta bir adada kendinizi kapana kısılmış gibi hissedebilirsiniz ama sonra kendinizi adanın o yavaşlığına bırakıyorsunuz. Sabahları adanın tek -fakat çeşit çeşit ürünlerin olduğu- fırınından kahvaltılıklarınızı alın, öğleden sonra siesta vakti gelmeden serinliğin tadını çıkarın, insan nüfusundan fazla olan besili kedileri sevin, limanda frappénizi içerken denizden yaklaşan devasa caretta caretta'ları görüp şaşırın, turkuaz sularda yüzün, tanıdık tanımadık herkesle selamlaşın -çünkü bir süre sonra birbirinize aşina oluyorsunuz- ...

Burası beni kesmedi derseniz, karşısı Türkiye, gezecek çok yer var. Uçak (evet yanlış duymadınız minicik adada havaalanı var) veya feribot yoluyla Rodos'a da geçebilirsiniz. Yalnız uyarmadı demeyin, adanın sakinliğinden sonra Kaş bile metropol geliyor.

sokakkedisi, Akdeniz'de minik bir noktadan bildirdi.

12 Ocak 2016 Salı

Almadım

Denk geleniniz oldu mu bilmiyorum, ben 2015 yılının sonlarına doğru Bir Yıldır Hiçbir Şey Almayan Selma Hekim ile tanıştım.

Tanıştım dediysem, haberine denk geldim. 2015 yılında zaruri ihtiyaçları hariç hiçbir şey almama kararı alan ve bu kararı başarıyla yerine getiren Selma hanımın öyküsü, aynı zamanda blogunda da yer alıyor.

Tüketim çılgınlığına kendisinden başlayarak dur diyen Selma Hekim'in öyküsünü ben çok etkileyici buldum. Alışveriş merkezlerinden haz etmeyen biri olarak, içindeki daha çok, daha da çok tüketmek isteyen canavarı biraz olsun dizginlediğinizde, zamanla alışveriş isteğiniz de azalıyor.

2015 senesine girerken, kendime koyduğum kitap okuma hedefi ile, ben de bir nevi almama kararı vermiştim. Listeme göre tek bir kitap almam gerekiyordu, geriye kalan her şey kütüphanemde mevcuttu. 2015'te bir değişiklik yaparak kütüphanemdeki kitapları okumaya karar vermiş, içimdeki kitap satın almak isteyen canavara dur demek istemiş, yazımı da "Tüm hedeflerimizi gerçekleştirebildiğimiz bir yıl olsun" diye bitirmiştim. Yazımı bitirirken 2015 senesinde tek bir hedefimi bile gerçekleştiremeyeceğime dair bir fikrim yoktu elbette. Seneler sonra ilk defa bir kitap okuma hedefimi tutturamamıştım. Diğer hedeflerime gelince, şu an yeri ve sırası değil ama, 2015 beni öyle bir sarstı geçti ki, hiçbirini gerçekleştirmedim/gerçekleştiremedim. Ama geçen sene ile hesaplaştım, hatalarımı kabullendim ve onlarla barıştım. Bazen gerçekten hata yapmak gerekiyor, en iyi dersleri çıkarabilmemiz için. Ben de öyle yaptım, derslerimi çıkardım, hayıflanmayı kestim, zamanı geriye alamayacağımı bir kez daha anladım.

2016'ya merhaba demek için biraz geç kaldığımın farkındayım. Bu sene her senekinden farklı dileklerle, farklı hedeflerle ve farklı şekilde yeni yıla girdim. Burada sıralamayacağım, ancak hepsi aklımdalar :) Buraya not düşmeye değer olanları elbette yazacağım. Verimsiz geçen bir senenin ardından, buraya daha çok yazmanın da hedeflerim arasında olduğunu söylemekte bir sakınca görmüyorum. Bu seneki kitap okuma hedefime gelince; 2016'da kendimi rahat bırakmaya karar verdim. Satın almak istediğim birkaç kitap dışında, yine elimdekileri tüketmeye çalışarak almamaya devam edeceğim.

Yeni yazılarda görüşmek dileğiyle.

17 Kasım 2015 Salı

Okudum&İzledim: Pi'nin Yaşamı

Bir hevesle başlayıp devam edemediğim Okudum&İzledim köşesinden herkese merhabalar! Şu sıralar oldukça ihmal ettiğim blogumu, yine ihmal ettiğim bir kategori ile canlandırmak istedim.

2015 yılında öncekilerden farklı bir kitap challenge'ı oluşturmuştum kendime hatırlarsanız. Kitaplık Kedisi'nin başlatmış olduğu bu challenge'a katılma sebebim hem hedeflerimde bir yenilik yapmak, hem de kütüphanemde bulunan kitapları okuyarak yeni kitap alma arzumu biraz olsun dizginlemekti. Böylece, Filme Uyarlanmış Bir Kitap için kategorisi için kütüphanemde bulunan Pi'nin Yaşamı'nı seçmiş oldum. Sıcağı sıcağına kitabı okumuşken, bir de filmi izleyeyim dedim. İkisi peş peşe yapılmadıysa detayları hatırlamak zor oluyor, haliyle kıyaslamada da zorluklar çıkabiliyor. İşte benim gözümden Pi'nin Yaşamı; elbette önceliğimiz kitaplar.


Her ne kadar best seller sever biri olmasam da, bir şekilde kütüphanemde yerini alan Pi'nin Yaşamı'nı, popüler döneminin bitmesinden çok çok sonra okudum. Dışarıdan göründüğü kadar hafif bir okuma olmadığını söyleyebilirim, yer yer çok detaylı anlatımlar var. Ben kitabı okurken kafamda canlandırmayı severim, bu kitabı okurken ne Pi'nin salı kafamda tam olarak canlandı, ne de filikada yatan Richard Parker'ı hayal edebildim. Örneğin Harry Potter'ın kafamdaki Hogwarts'ı filmdekinden çok çok daha güzeldir :) Yine de, sonu bilinen bir kitap olarak -bu bir spoiler değil, kahramanımız geçirdiği kazadan kurtulmalı ki hikayesini anlatabilsin- kendini okutan bir hikayeydi. Kitaptaki acımasız gerçekleri sevdim, toz pembe bir tablo çizilmemişti. Yine kitapla ilgili takdir ettiğim bir nokta, okurken anlıyorsunuz ki yazar hikayeye girerken de, olayın ilerlediği süreçte de, yazarken yoğun bir araştırma yapmış. Kitabı hafif bir okuma yapmayanın da bu yoğun araştırma ve içindeki doluluk olduğunu söyleyebilirim. Ben görselde görüleceği gibi İnkılap Yayınları baskısını okudum, çeviriden kaynaklanan tıkanmalar olabilir, diğer baskıları okumadığım için akıcılık konusunda fazla bir yorum yapamayacağım. Zira ne olursa olsun en güzelinin kitabı orijinal dilinde okumak olduğunu kabul etmemiz gerekir. 




Filme gelecek olursak... Çoğu uyarlamaya göre daha başarılı diyebilirim. Richard Parker, bir bengal kaplanı olarak film boyunca gözlerimi kamaştırdı, kedilerin her türlüsüne hayran biri olarak onu sevmemem imkansızdı. Ama ben yine bir detay insanı olarak, kitapta etkilendiğim detayları filmde göremezsem hayal kırıklığına uğruyorum. Film bu açıdan ortalama diyebilirim; kitabı okurken kafamda yer etmiş bazı detayları ekrana yansıt-a-madıysa da, hayalimde canlandıramadığım görselleri çekmekte başarılı olduğu kısımlar da vardı. Örneğin ada sahneleri filmde daha güzelken, Pi ile Richard Parker'ın hayatta kalma mücadelesi kitapta daha uzun tutulmuştu, filmde beklediğimden az yeri vardı. Kitaptaki duygusal geçişlerin, acımasız gerçeklerin yerini filmde efektler ve renkler alıyordu, bunlar da temelde edebiyat ve sinemayı birbirinden ayıran farklılıklar aslında. 

Sonuç olarak, Pi'nin Yaşamı benim için mükemmel bir okuma ve seyir olmamakla birlikte, bir hayal kırıklığı da olmadı. Fikir vermesi açısından, filmin imdb puanı 8.0 ve dört Oscar ödülü almış.

İyi okumalar & iyi seyirler!

30 Haziran 2015 Salı

Benim Sadık Yarim...

Blogummuş!

Şimdi bakıyorum da, onca zaman hiç aksatmadan yazmışım, her ay bir yazı da olsa girmişim. Geçen yaz hayatımda ilk defa yazı boş geçip bir ilki gerçekleştirmişim. Keşke yapmasaymışım, insan bir kere düzeni bozuyorsa, tekrar aynı prensiplerine dönemiyor. Ben de aynısını yaptım, Nisan'dan beri susmuşum.

Ancak şöyle de bir şey var ki, yazdığım onca sayfanın, cümlenin, mecranın arasında en uzun soluklusu blogum olmuş. Bunun yanında kaybolan onlarca yazı ve günlük de var, acısı hala içimde. Neyse ki konumuz bu değil :) Çabuk tüketmeye alıştığımız, okumaya üşendiğimiz -ve evet maalesef bu gruba ben de dahilim- bugünlerde, blogların pabucu dama atıldı. Mikroblog olarak önce Twitter geldi, mertlik orada bozuldu. Şimdi öyle bir hale geldik ki, ben kendi adıma tweet okumaya bile üşeniyorum. 5 yıl kesintisiz tweet okuduktan/attıktan sonra orada da bir süre sustum. Bunun yanında Twitter'ın nefret ettiğim haber bültenlerine dönmesinin de etkisi vardır. Ama Twitter'ın yine de hakkını yiyemem, özellikle Gezi zamanında.

Tweet okumaktan sıkılan bünyem Instagram'da buldu bu sefer kendini, kaldı ki Instagram'ın da hakkını yiyemem; yeni insanlar yeni bloglar keşfettim, gezilecek yeni rotaları aklıma düşürdüm. Kendi paylaştıklarımın altına bir cümle de olsa yazdım. Çünkü yazmak benim için önemli olan, kafamdaki sesler bile yazar gibi konuşur benim. Kaldı ki bir cümle bile bir cümledir, kârdır benim için. Bazen kağıda dökerim, bazen dökmem ama hep bir yazma hali içindeyim, iç sesimle bile.

Bir de klasik yöntemlerle yazdıklarım var, dolma kalemimden süzülen mürekkeple birlikte. Onlar bu ara kendimi en çok özgür hissettiklerim, çünkü insan bazen okunmamak da ister. Hatta sırf bu yüzden, el yazımın kötü oluşu bile mutlu eder beni, benden başka kimsenin okuyamayacak olmasından haz duyarım. Ama yazarım da bir yandan, çünkü hafızam iyi değil -ve gün geçtikçe daha da kötü oluyor- ben bir şekilde onları kağıda dökmek zorundayım. Belki inanırsınız, belki inanmazsınız ama sıcağı sıcağına yazdıktan sonra hemen unutuyorum. Bu anlamda yazmak biraz, hatta baya baya terapi benim için. İçimde tutmam çünkü; ya yazarım, ya da bir muhattabı varsa kendisine söylerim.

Blogum ise, bir portfolyo benim için. Hiçbir zaman popüler bir blogger olmak gibi bir iddiam olmadı, etkinliklere gitmedim, "Bu blog sayesinde çok güzel insanlar tanıdım" demedim. Bunu da sorun etmedim çünkü blog yazmaya bunlar için başlamadım. Kimseyi de bu şekilde yaftalamak istemem, yanlış anlaşılmasın. Dönüp baktığımda ne kadar geliştiğimi gördüm burada. Sonra Bumerang geldi, kendime çeki düzen verdim, hiç beklemediğim kadar ziyaretçim oldu, üzerine reklam aldım, cüzi miktarda para bile kazandım. Hani hep derler ya sevdiğim işi yapıyorum, bir de üzerine para kazanıyorum diye, ben yazdım ve beklemediğim bir şekilde para geldi. Burada yine ihmal ettiğim Ekşi Sözlük'ün de etkisini yadsıyamam, blogumun yayılmasında ve yazdıklarımın anında reaksiyon almasında katkısı çoktur.

Buraya yazmıyorum diye sanılmasın ki hiç yazmıyorum. Ben hep yazıyorum, bazen kafamda, bazen dolma kalemle, bazen sosyal medyada, bazen başka mecralarda. Şu sıralar markalar için içerik de üretiyorum, eminim blogum olmasaydı onu da yapamazdım. Sonra bir de tezim var bitirmemi bekleyen, kuvvetle muhtemel ilk basılı yayınım olacak kendisi. Ben buraya yazmasaydım bunların hiçbiri olmazdı. Ermenistan'a bile blog yazarı olduğum için gidebildim, hayatımın en önemli ve unutamayacağım deneyimini yaşadım, bakış açım değişti. O yüzden buraya gönül borcum var, ne olursa olsun, bugün yaptığım çoğu şey bu blogun sayesinde. Söz vermede de, tutmada da pek iyi değilim, ya yapamazsam diye söz vermeye korkarım ama üzerime yıldırım düşmediği veya blogum hacklenmediği sürece (yapmayın etmeyin ya :(( ) zamanlı zamansız burada olacağım.

140 karaktere inat, hala blog yazan herkese selam olsun!

12 Nisan 2015 Pazar

Öğrenciler İçin Yeni Alternatif: Unidestek.net



Bugün üniversite öğrencileri için fırsatlarla dolu bir web sitesinden bahsedeceğim sizlere; Unidestek.net

Hepimizin bildiği gibi, iki/dört yıllık diplomayı alınca her şey bitmiş olmuyor maalesef. Kendimizi bir adım öne çıkarmak için çeşitli eğitim programlarına başvuruyor, özgeçmişimizde aldığımız sertifikalara yer veriyoruz. Kimimiz zorunlu olduğu için staj yapıyor, kimimizse öğrenciyken deneyim kazanmak için büyük şirketlerin staj programlarına başvuruyoruz. Bazen etkinliklerden haberdar olmuyor, kaçırdığımız fırsatlar için üzülüyoruz.

Şimdi daha fazla üzülmemek için, başta üniversite öğrencileri olmak üzere; lise, yüksek lisans, ve hatta doktora öğrencileri için birçok fırsatı bünyesinde barındıran Unidestek.net'i tanıtıyorum sizlere. Yaz dönemi yaklaştıkça artan staj bulma telaşınıza son verecek, kısa/uzun dönem projeler bulmanıza yardım edecek, ihtiyacınız olan bursu bulmanızı sağlayacak, eğitiminiz dahilinde meslektaş adaylarınızla bir araya gelmenize fırsat verecek etkinlikleri öğrenmenizi sağlayacak bir site Unidestek.

Siz de elinizi çabuk tutun ve kariyerinizi Unidestek ile sağlamlaştırın. Aradığınız staj programına hiç beklemediğiniz bir kurumda başlayabilir, güncel duyurularla listelenmiş projelerden birinde katılımcı olabilir, eğitiminize katkı sağlayacak bir konferansta eğitim alabilirsiniz.

Henüz gelişme aşamasında olmasına rağmen tıklanma oranı her geçen gün artan siteyi, fırsatlardan haberdar olmak için günlük kontrol edin derim. Benim en sevdiğim şeylerden biri olan E-Bülten aboneliği de mevcut, siz kontrol etmeseniz bile fırsatlar ayağınıza gelsin isterseniz üye olun, hiçbir şeyi kaçırmayın!

24 Mart 2015 Salı

Esrarengiz Bahçe Çılgınlığı ve Kuruboyalarım



Bir süredir bloglarda ve instagramda, bir Esrarengiz Bahçe çılgınlığı başını aldı gidiyor. Meğer ne çok ihtiyacımız varmış boyarken stres atmaya, ne çok özlemişiz çocukluğumuzdaki gibi boyama yapmayı.

İtiraf ediyorum, başta pek ilgilenmedim. Farklı kişilerden farklı paylaşımlar görünce, D&R alışverişlerimden birinde attım sepete. Bir an kararsız kaldım, almaktan vazgeçer gibi oldum. İyi ki vazgeçmemişim.

Kitabı uzun uzun anlatmayacağım, bilen biliyor zaten. Johanna Basford adlı çizerin siyah beyaz çizimlerinden oluşan kitabı, siz renklendiriyorsunuz. Kitap ismine yakışır biçimde, bol çiçekli böcekli ağaçlı çizimlerden oluşuyor, çizerin içine gizlediği minik detayları bulmak da size kalıyor. İsteyenler için desen tamamlama kısımları da var ki benim hiç bulaşmayacağım kısımlar bunlar, hem çizimlerim berbattır, hem de çizerinkilerin yanında amatör çizimlerim gözüksün istemem :) 

Kitap bir terapi gibi, ben ki resim dersini ortaokuldan beri almadım, buna rağmen çok keyif aldım. Zaten resim gibi düşünmeyin, renkleri biraz seviyorsanız, kitabı da seveceksiniz demektir. Benim gibi bir yeteneksiz için, hazır çizilmiş olanı renklendirmek çok daha zevkli. Ama kolay asla değil! İlerledikçe öyle karmaşık desenler var ki, şimdiden gözüm korktu.

Kitaptan zevk almanın en önemli yolu da boyalarınız ve kalitesi. Ben kitabı öylesine aldığım için evde çocukluğumdan kalan kuruboyalarla başladım, içi geçmiş boyalarla bir süre sonra pes ettim. Biraz araştırma yaptım kim ne kullanıyor, nasıl boyuyor diye, ortaya farklı sonuçlar çıktı, ben de kendime göre değerlendirdim. Öncelikle ne ile boyayacağınıza karar vermek gerekiyor, kuruboya mı, sulu boya mı, keçeli kalem mi, jel kalem mi, ince uçlu keçeli kalem nam-ı diğer Stabilo'larla mı boyayacağınıza karar verin. Mürekkeplere aşina bir dolma kalem kullanıcısı olarak ben ilk etapta kağıdın kalitesini düşündüm, o konuda endişeniz olmasın, kalitesi benim beklentimin üzerindeydi. Ancak demiyorum ki kalın fırçalarla sulu boya yapın :) Ben her şeyi, en sevdiğim ince uçlu Stabilo'ları bile bir kenara bırakarak kuruboya yapmaya karar verdim ve alışverişe giriştim.

Genelde kırtasiye alışverişlerimi D&R'dan, Ebay veya Aliexpress'ten son olarak da bildiğimiz kırtasiye dükkanlarından yapıyorum. Ebay veya Aliexpress'i bekleyemezdim, D&R'da istediğim kadar çok çeşit bulamadım, canım oturduğum yerden alışveriş yapmak istedi dışarı çıkıp kırtasiyelere bakmadım. Aklıma daha önce hiç denemediğim Ofix.com geldi, iyi ki de gelmiş istediğim tüm malzemeleri orada buldum.



Boya kalemleri konusunda fazla bir bilgiye sahip olmadığımdan özel bir marka tercihim yoktu, ne kadar çok renk tonu, o kadar iyi diye düşündüm ve Monami'nin 36'lık kuruboya setinde karar kıldım. Arama sonuçlarında gözüme yine Monami'nin 6'lı Neon kalemleri çarptı, parlak renkleri çok sevdiğimden bir de onları attım sepete. Kitapta bol bol yaprak boyayacağımı bildiğimden, ve yeşil kalemlere asla hayır diyemediğimden, kendime bir de Stabilo'nun Easy Colors'unun sağ el için olanını aldım, performansı mükemmel diyebilirim. Ele müthiş oturuyor, yormuyor, rengi çok güzel. Bir tek, normalden büyük bir kalemtraşa ihtiyaç duyabilirsiniz, ikili/üçlü kalemtraşınız varsa onlar da iş görüyor. Yine dayanamadım, olaydan tamamen bağımsız olarak Stabilo'nun Worker serisinden bir de jel kalem aldım, en kötü ihtimal kartlarımı yazarım dedim. Aslında alışverişi burada bitirmek niyetindeydim, ama kargo bedava limitine yaklaşınca, çoğu insan gibi ben de kargoya para vereceğime bir ürün daha alırım dedim, ve başta ilgimi çekmeyen ama siparişe en uygun olan Monami'nin 12'li Metalik Kuruboyasından aldım. İyi ki almışım dediğim bir diğer set de bu oldu, metalik diyince aklıma çirkin griler, siyahlar gelirken çok güzel tonlarda kalemlerim oldu. Bir tek neonların performansı için vasat diyebilirim, ama renkleri karıştırırsam onlardan da güzel sonuçlar alacağımı düşünüyorum.

Bugün kalemlerin gelmesiyle hemen masanın başına geçtim ve yeni kalemlerle ilk denemelerimi yaptım. Yan yana iki sayfadaki renklerin farklılığı gerçekten hissediliyor, eski emektar kalemlerimle kendime hem işkence etmişim, hem de soluk renklerle vasat bir boyama yapmışım. Şimdi yeni kalemlerimle çok mutluyum, eğer siz de boyama kalemleri ile ilgili fikirler arıyorsanız, hem Ofix.com hem de kalemlerim tavsiyemdir, ben çok memnun kaldım.

Esrarengiz Bahçe'ye doyamayanlar için, Enchanted Forest çok yakında geliyormuş, yazıyı bu haberle bitirelim :)

23 Mart 2015 Pazartesi

Teoman Güncellemesi: Düetler, Coverlar ve fazlası

Sevgili Teoman severler, hazır yeni albüm Eski Bir Rüya Uğruna çıkmış ve biz yeni Teoman şarkılarına doyarken, Teoman düetleri dendiğinde Google'da blogum ilk sayfa sonuçları içinde çıkarken, aman Teoman müziği bıraktı, oley geri döndü derken, arada Teoman neler yapmış bir araya toplamak istedim. 

Önceki yazımda 16 Teoman düetine yer vermişim, elbette o kadar sonuç yok şimdi elimde, ama bulduğu her Teoman kaydına atmaca gibi atlayan, geç keşfettim diye kahrolan ben, sizler için sadece düetlerin değil, coverların ve derleme albümlerdeki Teoman şarkılarının da izini sürdüm. Ortaya güzel bir liste çıktı, sizin de kaçırdıklarınız olabilir, bir bakın derim!

Konseptimiz aslen düetler olduğu için onlarla başlamak istiyorum. 10 şarkılık Eski Bir Rüya Uğruna'da bir düete yer vermiş yine Teoman, söz ve müziği de kendisine ait. Seninim Son Kez, albümde sekizinci parça. Düet yaptığı isimse Teoman albümlerini iyi dinlemiş kişilerin aşina olduğu ses İrem Candar. Bu şarkıyı bulmak için elbette uzun uğraşlar sarf etmedim, Teoman'ın kendi albümünde sonuçta, ama madem yeni albüm coşkusu yaşıyoruz, liste başına alalım istedim.

İkinci sıraya Aylin Aslım ile olan düeti koymak istiyorum, İki Zavallı Kuş her ne kadar favorilerimden olmasa da, Teoman'ın müziğe dönüşünün sinyalleriydi, o yüzden bu şarkıyı ayrı bir yere koydum. 

Üçüncü sırada, bir önceki yazıda atladığım Ömür Gedik ile olan düet var. Portakal Orda Kal, kayıtlara geçmesi açısından burada yer alıyor. 

Listeye en sevdiğim şarkıya dördüncü sırada yer veriyorum. Tamamen tesadüf eseri karşıma çıkmış olması keşiflerin en güzeli elbette. Gökcan Sanlıman'ın albümünde yer alan Prison Song, aslında bir cover olmasının yanı sıra, bir de Teoman düeti olmuş durumda. 

Beşinci sırada, Taş Bebek'ten sonra düet yapmanın tadına varan Teoman&Göksel ikilisinin yine Göksel albümü için bir araya geldiği Palavra şarkısı var. Cover yapmayı çok seven Göksel, bu şarkıdaki erkek sesi için Teoman'a yer vermiş, çok da iyi etmiş.

Son olarak, bir Teoman düeti klasiği ve çoğumuzun favorisi olan Şebnem Ferah var. Teoman sever herkesin kalbinde bir Şebnem Ferah düeti yatar, hepimiz bu iki sesi birbirine çok yakıştırırız. O kadar severiz ki onları beraber söylerken dinlemeyi, bir reklam şarkısı bile olsa şarkının tam versiyonunu bulur dinleriz. Evet Özgürlüğün Elinde'den bahsediyorum, her ne kadar reklam şarkısı olsa da, o stüdyoya girilmiş ve o düet yapılmıştır, listemizde böylece yer bulur.



Coverlara gelince... Teoman'ın yapmış olduğu coverlar genelde derleme albümlerde yer bulmuş, aşağıda göreceğiniz gibi, ünlü müzisyenlerin anısına yapılan albümlerde Teoman mutlaka yer almış. Eminim bu listeye yenileri gelecektir, onlar gelmeden işte en güncel haliyle kendi albümlerinde yer almayan Teoman'ın sesinden şarkılar karşınızda.

Derleme albüm demişken, ilk başa Göğe Selam'dan Dönence'yi koymak isterim. Kliple birlikte duymayan pek kalmamıştır sanıyorum, ancak ikinci Göğe Selam'ın çıkmasıyla klasik haline gelince, kayıtlara geçmesi farz oldu.

Derlemelerden devam edecek olursak, Dönence'nin ardından sırada Uzay Heparı anısına Serserim Benim bulunmakta. Aşkın Nur Yengi'den duymaya alıştığımız şarkıda farklı bir yorum olmuş, Teoman coverlarından hoşlanıyorsanız, en azından bir kere dinlenesi derim.

Ahmet Kaya ...Bir Eksiğiz albümünde, Ahmet Kaya anısına yer alan Teoman, burada Acılara Tutunmak'ı seslendirmiş. Ahmet Kaya'dan sonra Haluk Levent'ten dinleyenler için kulağa alışılmışın dışında geldiğini söyleyemem, yine de kendine has Teoman yorumuyla farklılığını hissettiriyor.

Listenin dördüncü sırasında bir Şebnem Ferah şarkısı olan Bu Aşk Fazla Sana yer alıyor. Beraber düet yapmalarının yanı sıra, birbirlerinin şarkılarını da söyleyen ikili, böyle coverlarla benim kafamı ziyadesiyle karıştırıyor :) Bu şarkıyı ilk dinlediğimdeki hissettiklerimle, Şebnem Ferah'ın Gönülçelen yorumunu dinlediğimde hissettiklerim hemen hemen aynıydı. Birbirleriyle öylesine bütünleşmişler ki, coverlarda bile bir diğeri şarkının bir yerinden çıkacak mı diye merak ediyor insan. Bu şarkı da, İskender Paydaş'ın Zamansız Şarkılar'ında yer aldı.

Cem Karaca'ya saygı albümü olarak çıkan Mutlaka Yavrum albümündeki Bu Biçim'i, derleme albümler kategorisinde beşinci sıraya alıyorum. Cem Karaca gibi karakteristik bir sesten duymaya alışık olduğumuz şarkıyı, Teoman bile olsa başkasından duymak değişik geliyor, ama coverların amacı biraz da değişiklik değil midir zaten?

Son sıraya daha farklı bir şarkıyı aldım, Necip aslında bir cover değil, bir sosyal sorumluluk projesi olan Düşünen Şarkılar'ın içinde yer alan, Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde tedavi gören hastaların yazmış olduğu şiirlerin bestelenmesiyle yapılmış şarkılardan biri. Albüm satışındaki gelir hastaların rehabilitasyonu için harcanmıştır. Necip gözünüzden kaçmış olabilir, dinlemekle kalmayın, bir şizofreni hastasının sözlerine kulak verin.

***

Teoman cephesinden elimdeki haberler şimdilik bunlar. Yeni albümün tadını çıkarırken, listedekilere de şöyle bir göz atmayı unutmayın.

Eski yazıma ise buradan ulaşabilirsiniz.

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...