Pages

17 Ocak 2010 Pazar

Okumak ve Yazmak Üzerine

Bugün, iki kelimeyi bir araya getiriyor olmamı, çocukluğumdan beri okumama borçluyum. Belki çok sinir bozucu bir cümle şu an kurduğum, ama küçükken her gece yatmadan annem ve babam baş ucumda kitap okumasaydı, ben okumayı ilkokuldan önce sökmüş olmasaydım, ve her yaz anneannemin yazlığında asosyal bir çocukken odamdan dışarı çıkmayıp -ve tabi ki arkadaş edinmeyip- kitap okumasaydım, bugün yazabilir miydim, hiç sanmıyorum. Anlatmak istediğimse güzel yazmak değil, sadece yazmak. Hiçbir zaman güzel yazdığımı iddia etmedim, eski yazılarımdan çoğu zaman nefret ettim, tek bildiğim, yazmaktan keyif aldığım. Okunmak gibi bir derdim yok, öyle olsaydı, kilit üzerine kilit vurmazdım yazdıklarıma, köşe bucak kaçırmazdım insanlardan. Hatta şu an, şu yazdıklarım pek çok kişi tarafından okunsun isteseydim, çok kolaydı benim için, sözlükçülerin blogları başlığına bir entry girmek. Her ne kadar eskisi gibi korkmasam da yazdıklarımın okunmasından, ve ne kadar sevsem de insanların yorumlarını dinlemeyi, dilim varmıyor beni de dinleyin demeye. Belki de bu yüzden, lisede ufak tefek bişeyler yazarken, tek okuyucum Nilay ablamdı, tedavi süresince beni anlamaya çalışan psikiyatristim. Oysa çok severdim elinde defterim, yazdıklarımı gülümseyerek okurken onu izlemeyi. Yine de, o dönemde pek çok yazı yazma girişimim oldu, 10 yaşından beri yazdığım ve sakladığım günlüklerim, yazıp yazıp bir dosyada biriktirdiğim ve kendim bile okumadığım yığınla kağıtlarım. İnsanlara mektup yazmayı sevdim hep, uzağımda değil, yakınımda olana bile mektup yazdım. Bir gün, aruz veznini öğrenecek oldum, bütün kelimeleri saçtım etrafa, güzelce karıştırdım, ve sonra tekrar bir araya getirdim, aruz kalıbına uydurup. Hala çok gülerim, edebiyat hocamın bu saçmalıkları kim yazdı diyişine. (Mef'ulü, mefa'ilü... :)


Şimdi, çok garip hissetsem de, 1.5 senedir günlük yazmıyorum, kaybedeceğimden korkarak. Hafızam kendi kendisini siliyor bu yüzden, ama aldırmıyorum, başka sularda yüzmem gerek. Buraya yazıyorum ayda birkaç sefer, ruh halime göre değişen. Belki diyorum, özel şeyleri yazmayı bırakmak daha iyi olur benim için, anlar gelip geçiyor. Ama hala yolda not almayı seviyorum, ekşi sözlükten önce bir iki online sözlükte yazmayı denedim, bir süre edebiyat forumlarında vakit geçirdim, az yazdım ama çok okudum. Yeraltı edebiyatını uzaktan izledim, bir iki denemem oldu, başarısız sayılmasa da, fanzinden de, görüşmek isteyen fanzin yazarlarından da korkup kaçtım. Şimdi blogun yanı sıra, ekşi sözlük var, belki de en çok orada okunuyorum. İyi ki oylama ve mesajlaşma aparatı var, tanımadığım insanlardan feedback almak çok zevkliymiş. Twitter bile, bugün varlığına sevindiğim bir şey, 140 karakterle kendimi ifade etmeye çalışıyorum, hem de aksatmadan. Cümle kurma yetisini bir şekilde geliştirdiğini düşünüyorum. Ama bir yerde enerjim bitiyor, susup kalıyorum. Öyle zamanlarda zorlamıyorum kendimi, okumaya başlıyorum. Okumak en az yazmak kadar zevkli, kitap alma maksadı olmadan sırf dolaşmak için kitapçıya girdiğim, ve bir şeyler alarak çıktığım oluyor. İnsanları gözlemlemeyi seviyorum bir de, tepkilerini, bakışlarını, hatta gülüşlerini izliyorum. Onları anlamaya çalışıyorum, hiçbir fikrim yokmuş gibi dinleyip anlamaya. Yeni yerler görmeyi seviyorum, yeni kültürler, ve yine insanlar, onların alışkanlıkları. Hep, çok gezdiğim ya da okuduğum dönemde yazmak istiyorum, yazmak garip bir dürtü. Uzun bir mektubun ardından çok yoruluyorum, kelimelerimi, düşüncelerimi, enerjimi, her şeyimi tüketmiş oluyorum. Ama biliyorum, o istek tekrar içime gelecek, okunmaktan korksam da, veya okunmayı sevmesem de, yazacağım. Yazdıklarım bir kenarda dursalar bile.

İnci ve Köpeği, iyi ki varmış.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...