Kos'taki ikinci günümüze yine aynı muhteşem kahvaltıyla başladık. Daha önce de söylediğim gibi, hep güler yüzlü insanlarla karşılaştık. Temizlik görevlisinden resepsiyonistine kadar, odadan kahvaltı salonuna kadar yirmi kişiyle günaydınlaşmış olabiliriz. Size öyle gülümserlerken, siz de bir anda kendinizi onlara ka-li-meee-ra derken buluyorsunuz.
Kahvaltıdan sonra yine bir dinlenme ve deniz&havuz molasından sonra yola koyulduk. Ben Yunan adası, Ege mezeleri falan derken kendimi Uzo'ya hazırlamıştım ama, adanın şarapları meşhurmuş meğer. Bu yüzden de bir şarap evine uğradık, adanın şaraplarından tatma fırsatı bulduk.
Şarap fabrikasından bir görüntü.
Üzüm bağları ve Ege Denizi.
Şaraplarımızı tattıktan, ve hafiften uyku bastırdıktan sonra, adanın güneyine, Kardamena'ya doğru yola çıktık. Kardamena sakin bir yer, sezonun tam olarak açılmadığının da etkisi vardır diye tahmin ediyorum. Sahil şeridindeki restoranlardan birine oturduk, yine çok sıcak karşılandık ve güzel yemekler yedik. Garsonlardan biri Türk olduğumuzu anlayınca bildiği birkaç kelimeyi söyledi, bizden bol bol alkış topladı. Şakayla karışık Türk kahvesi Yunan kahvesi atışması yaptık, başka yerde nasıldır bilmiyorum ama en azından Kos'ta Türk ve Yunan yemeklerinin aynı olduğu, birbirinden farkı olmadığı, sadece iki milletin bunları farklı isimlendirdiği düşüncesi hakim. Nitekim garson da, "Tamam, Türk kahvesi olsun" diyip güldü. Aramızda sınırlar, yollar ve siyasi çıkarlar var ama, bunların hepsi kağıt üzerinde. Uzun zamandır düşündüğüm bir şey bu, Yunanlar ve Türkler barışmakta direnen mızmız çocuklar gibi. Birbirlerini bir tanısalar, çok sevecekler. Ama dedim ya, aramızda o sınırlar olduğu sürece bu zorlaşıyor. Yine de çok yol kat ettiğimizi düşünüyorum, en ufak bir kötü deneyimim bile olmadı üç gün boyunca.
Kardamena'dan sonra tekrardan Kos'a gelip ufak tefek alışverişler yaptık. Küçücük adada koca üç güne rağmen akşamüstü denize karşı şöööyle bir oturamadım ya, ona üzülüyorum. Akşam yemeği için otele gidip hazırlanmamız gerekti, çünkü ikinci ve son akşamımızda adanın klasik tavernalarından birine, Kalymnos Restoran'da Eleni'ye konuk olacaktık.
Kalymnos'un dışarıdan görünüşü.
Cumartesi olduğu için şansımıza canlı müzik vardı.
Kalymnos adadaki en meşhur ve geleneksel tavernalardan biri. Sahibi Kalymnoslu Eleni çok sıcak bir insan, girişte bizi ada hatırası anaharlıklar ve sakız likörleriyle karşıladı. Yemek konusuna ise hiç girmiyorum, üç gün boyunca gerçekten muhteşem şeyler yedik, kendi ülkemde, Ayvalık'ta olsam daha fazla doyamazdım herhalde. İlerleyen saatlerde hep birlikte dans ettik -garsonlar dahil- ve tabak kırıp peçeteleri havaya atmanın nesi eğlenceli diyen ben bile çok eğlendim. Tabağı kendin kırmak zevkli oluyormuş :) Yalnız televizyondan gördüğümüz gibi öyle tabakları üst üste koyup kırmıyorlar, teker teker yere atıyorlar. Bu da niteliksiz bir bilgi :) Eleni'nin yemekleri de ikramları da çok güzeldi, kendisi de çok samimiydi, gecenin sonunda hepimizle vedalaştı. Giderseniz mutlaka uğrayın derim.
Arkası yarın... :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder